Son günlerde tekrar sıkça duymaya başladığımızı müthiş bir fikir var. Yazar önce ÖSO'nun işe yaramazlığını anlatır. "Bu adamlarla olmaz" der. Ve şöyle devam eder: "Allah 100 yıl önceki hezimet ve ihanetten sonra bize yardım etmiş ve bu güzel Cumhuriyet'i kurmuştuk.
O Cumhuriyet'in bize miras bıraktığı iç ve dış politikanın temel taşı ise şu cümleydi: Yurtta sulh, cihanda sulh."
Bu anlatıdaki zihin kurgusu kendine has bir kurgu. Yazar açıkça söylemese de biz anlayabiliyoruz. ÖSO adam olmaz, çünkü Arap'tır. Bunu bilmek gerek çünkü bu Araplar bize yüzyıl önce hezimet ve ihanet yaşattı. Sonra biz onlardan kurtulduk. Cumhuriyet olduk. Yurtta sulh, cihanda sulh. Dam üstünde saksağan...
Yazının içindeki nefret suçunu ve ırkçılığı bir kenara bırakın. Vatandaşlık ve milli güvenlik derslerinden kalma kısırlaşmış ve bozulmuş tarih bilgisini görmezden gelin. Bu kategoriler arasında mantık bağını nasıl kurmuş çok düşünmeyin.
Araplar kötüdür; o zaman yurtta sulh cihanda sulh demek mantıken nasıl mümkündür boş verin. Yazar nefretini seslendirmek istiyor.
Benim için asıl ilginç olan son dönemde sık sık karşılaştığım bir stratejik çözüm. Her derde deva, borçlulara eda, ölenlere rahmet, kalanlara sağlık ve afiyet getirecek olan "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesi. Yanlış anlaşılmasın. İfadenin kendisiyle çok derdim yok. Benim derdim son dönemde farklı farklı tiplerden, farklı farklı zeminlerde ezberden okunuyor olmasıyla. Kime dokunsanız bir "yurtta sulh, cihanda sulh" halleri. Bir de tabii yine yüzlerde o "ben demiştim" ifadesi, "bakın ne çok biliyorum" gülümseyişi.
Ardından da dudaklardan dökülen "efendim, dış politika demek ulusal çıkarlar demektir" ilkokul deyişleri.
HER DERDE DEVA
Bazen insan düşünmeden edemiyor. Yıllardır strateji çalışıyorum, uluslararası güvenlik çalışıyorum. Neden benim aklıma gelmez şu fikirler? Hep başkaları mı keşfedecek böyle dahiyane çözümleri? Neden gelmez insanın aklına "yurtta sulh, cihanda sulh" diyerek çözmek bütün sorunları?Suriye'de PYD var. Evet bir tutam yurtta sulh, cihanda sulh verelim. DEAŞ bize saldırıyor. Keşke yanımda biraz yurtta sulh, biraz da cihanda sulh getirseydim. Suriye'de savaşa girelim. Hayır, yurtta sulh, cihanda sulh. Suriye'de savaşa girmeyelim. Hayır, yurtta sulh, cihanda sulh. Sıfır sorun. Hayır, yurtta sulh, cihanda sulh. Düşmanları azaltalım, dostları artıralım. Hayır, yurtta sulh, cihanda sulh. Faizleri düşürelim. Hayır, yurtta sulh, cihanda sulh. Ve benzeri her şey için yurtta sulh, cihanda sulh.
Neden benim aklıma gelmez, neden hep başkaları keşfeder böylesi cevherleri? Belki de daha fazla Nutuk okumalıyım. Waltz, Morgenthau, Keohane, Cohen, Gaddis, Kennedy, Hart, Clausewitz, Thucydides, Machiavelli, Jomini, Büyük Frederick, Napoleon, Bismarck, Metternich, Churcill, Kant, Sun Tzu, Posen, Brands, Parker, Rommell ve diğerleri. Burada daha adını veremeyeceğim birçok önemsiz kişi... Size bir diyeceğim var. Zavallısınız. Yıllar yılı çözemediniz meseleyi. Yetmiş yedi farklı anlama gelen yurtta sulh, cihanda sulh ilkesini keşfedebileydiniz, bitmişti bu iş. Benim de onca vaktime mal oldunuz. Kendinizi de yediniz bitirdiniz. Halbuki çözüm burada. "Hepimiz kardeşiz bu öfke ne diye. Yaşamak dururken bu kavga ne diye." Hadi Nutuk okumadınız, Mahsun dinlemediniz. Bari bu yazıyı kaçırmayın. Ölenler için yapacak bir şey yok. Geri kalanlar en azından bu müthiş fikri kaçırmasın.
STRATEJİK AKIL MI?
Neyse dönelim rasyonel zemine. Nedir bu yurtta sulh, cihanda sulh; ne işe yarar? Bir dönemin içinde söylenmiş, devlet elitleri tarafından da haklı bulunmuş, kendi bağlamı içinde veciz bir ifadedir. Buradan her derde deva bir stratejik akıl çıkaramazsınız. Uzun yıllar boyu savaşmak zorunda kalmış ve kendi ait olduğu ülkenin her savaşta daha da eridiğine şahit olmuş, son anda kendi var oluş savaşını vermiş ve kendine bir yurt kurtarmış bir askerin savaştan kaçınmak gerektiğine dair bir beklentisidir. Hepsi bu kadar.Bu bir güvenlik stratejisi değil, askeri doktrin hiç değildir.Aslında söyleyenin kendisi için bile stratejik hedef değildir. Mustafa Kemal bunu söylerken pek tabii ki Kantçı bir ahlak algısından hareketle ebedi barışı kastetmiyordu. Mustafa Kemal ilk bulduğu fırsatta Hatay'ı Türkiye'ye katan ve bunun için savaşmaya hazır bir askerdi. Fakat erken Cumhuriyet öyle bir dönemden geçiyordu ve Türk subaylarının zihni kavgadan ve kayıptan öylesine yorgundu ki, mümkün olduğunca sulhu sürdürmek kadar doğal bir tercih olmazdı. Ama bu bir stratejik ilke değildi.
Stratejik ilke gibi sunulması anakronik bir sürecin sonucudur. Soğuk Savaş yıllarında özellikle Rus yayılmacılığından korkan devlet elitinin kendi çekingenliğine geçirdiği bir kılıftı. Türkiye'nin uluslararası sistemde yapabileceklerinin sayısı kısıtlıydı. Bunun farkında olan devlet bürokrasisi barışçıllık ilkesi çerçevesinde Türkiye'yi var etmeye çalıştı. Bu ilke bir zayıf devlet tarafından ne ilk defa kullanılmıştır ne de son defa olacaktır. Tarih boyu zayıflar barıştan ve adaletten yanadır. Konuyla ilgili elimizdeki ilk yazılı belgede güçlü Atinalı zayıf Melianlıyı tehdit ederken, zayıf Melianlı güçlü Atinalıya barıştan ve adaletten dem vurur. M.Ö. beşinci yüzyıldan Thucydides bize böyle anlatır. Bugün hala zayıf devletler sorunlarına Birleşmiş Milletler'de çözüm ararken, güçlüler işlerine gelmediğinde BM'siz devam ederler. 2003 Irak Savaşı'nda Amerika'nın tüm dünyaya rağmen savaşa gitme kararı almasında olduğu gibi.
SULH İÇİN SAVAŞMAK
Bu örnek akla başka bir stratejik karmaşayı daha getirmektedir. Aslında Bush Irak'a savaşa giderken sulh ve sükunet için gittiğini düşünüyordu. Sulhu ebedi kılmak için savaşıyordu. Sulh için savaşmak gerektiğini düşünmek yeni değildir. Tarih boyunca birçok devlet bunu yapmıştır. Yapmaya da devam edecektir. Üreteceği sonuçlar ise son derece tartışmalıdır. Denir ki, "Eğer niyetlerinin güzelliğiyle ölçülecek olursa Robespierre dünyanın en erdemli insanı sayılabilirdi." Ama sulh istemek sulh getirmek değildir.Bundan 'yurtta savaşalım, dünyada savaşalım' anlamı çıkmasın. Hiçbir aklı başında insan bu lafı etmez. Zaten tarih boyunca savaş çalışmalarında en çok araştırılan soru da budur. İnsanlar savaşın zararlı olduğunu bilirler. Fakat buna rağmen savaşırlar. Neden? İşte asıl mesele bundan sonra başlar. Sulh gerektiği zaten bilinen bir gerçektir. Fakat insan topluluklarının sulhu sağlamada büyük bir acziyet içinde olduğu bilinir ve bunun nedenleri araştırılır. Buna da verilmiş yüzlerce farklı ve mantıklı cevap vardır ve bu cevaplar teorik bir tartışma konusudur.
Bütün bu tartışmaları görmezden gelip, "Efendim yurtta sulh, cihanda sulh ilkesine dönelim" demek aslında açık bir aymazlıktır.
O ilkenin ne anlam ifade ettiğini kimse bilmiyor. Yıllardır bu tür konuşmalar dinlerim, bu tür yazılar okurum ama başı sonu olan tutarlı bir savunusuna rastlamadım. Olamaz da zaten. Çünkü o kadar genelgeçer ve o kadar doğru bir ifade ki aksini iddia etmek mümkün değil. Fakat tam da bu nedenle bir o kadar kullanışsız. Herkesin bildiği fakat kimsenin kullanmadığı bütün insanlık doğrularından biridir. Bu nedenle bir o kadar sloganik. Ve ilk kez Türkiye'de ifade edilmemiştir. Önüyle arkasıyla teorik, ahlaki ve stratejik zihniyetiyle tartışılmıştır barış meselesi yüzyıllardır.
Eğer bu sözden bir ilke çıkarmak istiyorsanız en azından bu literatürü bilmek zorundasınız. Ama bu literatürü öğrenince de o veciz ifade sizin için büyüsünü yitiriverir. Çünkü doğru olduğu kadar da yaygın olduğunu, yaygın olduğu kadar da kullanışsız olduğunu görüverirsiniz. Dünyanız yıkılır. Ha, kendiniz buna inanmaya devam edebilirsiniz ama en azından bilmiş bilmiş konuşarak bizim de beynimizi kemirmeyin. Bu kavramdan stratejik bir plan çıkmaz. En azından bu kafa çıkaramaz.
[Sabah Perspektif, 1 Ekim 2016].