İslam İşbirliği Teşkilatı'nın İstanbul Zirvesi'nin gerçekleştiği günlerde ABD Dışişleri Bakanlığı ve Avrupa Parlamentosu (AP) eşzamanlı olarak Türkiye'ye "demokrasi ve hukuk devleti" eleştirisi yapan raporları kamuoyu ile paylaştı.
İnsan hakları "ihlallerine" odaklanan ABD raporu Obama'nın Nükleer Zirve sırasında yaptığı "otoriterleşme eğilimi" eleştirisinin devamı mahiyetinde. AP ilerleme raporunun özü ise Türkiye'nin son dönemde "Kopenhag kriterlerinden uzaklaştıran bir gerileme" içinde olduğu hükmüne dayanıyor.
Hükümetin tavrı ilerleme raporunu geçen yılki gibi yok saymak oldu. Sebebi ise eleştiriler değil, Türkiye karşıtı lobilerin belgeye koydurduğu önerilerdi. AB Bakanı Bozkır kabul edilemez önerileri şu şekilde sıraladı:
"PKK'nın terör örgütü listesinden çıkarılmasının teklif edilmesi, Türkiye'nin üyelik sürecinin dondurulması ve 1915 olaylarını Ermeni soykırımı olarak niteleyen kararlara atıfta bulunulması."
***
Batı başkentlerinde bir süredir yoğunlaşan Türkiye eleştirileri anlaşılıyor ki devam edecek. Nisanın gündemi de Ermeni Soykırımı iddiası olacak. Gelen gündemi karşılamak için "söylemlerin gürültüsüne" kapılmadan rasyonel politikalar üretebilecek sağlıklı bir yaklaşıma ihtiyaç var. Ne Batı hayranlığının ne de Batı karşıtlığının duygusallığına kapılmamak gerekir.
AK Parti muhaliflerinin söz konusu eleştirileri "otoriter Suud" ile yakınlaşırken "Batı'dan kopmak" olarak okuması ideolojik düşmanlığın kötü tezahürleri. Bir zamanlar AK Parti'yi "Batı uşağı" ya da "İran sempatizanı" olarak görenler şimdi "Suud âşığı" diye niteleyebiliyorlar, hem de hiçbir tutarlılık kaygısı taşımaksızın... ABD ve Avrupa'nın zaten hep "hain" ve "çokyüzlü" olduğunu söyleyen "özcü" bir yaklaşım da sorunlu.
Olması gereken, stratejik zorunlulukların ve milli menfaatin gerektirdiği rasyonel düzlemde değerlendirme yapmak. ABD'nin eleştirilerinin asıl sebebi Türkiye ile Suriye ve PYD başta olmak üzere Ortadoğu'da ayrışan politikalar. "Türkiye karşıtı" lobilerin çabası Obama'nın şahsi olumsuz kanaati ile birleşince Washington'daki hava daha da bozuldu.
***
AB kaynaklı eleştirilere gelince öncelikle bir hususu netleştirelim: Türkiye'nin AB süreci karşılıklı çıkarlara dayalıdır, romantik ya da Garpzede birliktelik duygularına değil. Hatırlayalım, 1999-2005 döneminde Fransa ve Almanya liderlerinin stratejik tercihleriyle hızlanan üyelik sürecinin durması yine aynı ülkelerin liderlerinin değişmesiyle ve AB'nin iç krizi ile ilgili.
Bugün AB'deki "Kopenhag kriterlerinden uzaklaşma" eleştirisi Türkiye'nin 2013'ten bu yana yaşadığı siyasi türbülansı iyi analiz edememek gibi bir zaafla malul. Elbette AB süreci Türkiye'de "demokratikleştirici" bir etkide bulundu. Ancak AB reformları ile Kemalist sistemi dönüştüren Hükümet bugün Gezi kalkışması, paralel yapı darbe teşebbüsü ve PKK terörü ile mücadelenin gerektirdiği ciddi bir tamirat görevini yerine getirmek zorunda. O da yerleşik demokrasinin ayrılmaz parçası olan "devlet kurumlarının etkinliğini" sağlamaktır. Paralel yapının kritik kurumlarda, PKK'nın güneydoğu ilçelerinde yaptığı tahribatı telafi etmektir.
Sistem dönüşümü tamamlanmadan ve Suriye krizi çözülmeden Türkiye, AB'den gelen eleştirileri birincil gündemine almayacak. Ve Batı başkentlerinin Suriye'deki dram, PKK ile mücadele, mülteciler ve İslamofobi konularında "Avrupa değerleri" karnesindeki zayıflar ortadayken "otoriterleşme" ya da "insan hakları ihlalleri" sopasını Türkiye üstünde tutmaları içerideki muhalifleri daha keskin hale getirir, o kadar.
Tabii, bir de bu eleştirilere "soykırım ve PKK" konularını eklemeleri Türkiye kamuoyunda Batı karşıtlarına yeni malzemeler verir. Sözgelimi PKK'lıları teslim etmeyen AB ülkelerinin Türkiye'nin terör sorununa umarsız yaklaşımı "kötücül" bulunur.
Türkiye'nin Batı'ya yaklaşımı milli menfaatlerinin belirlediği orta yol bir çizgiyi izlemek zorunda. Ben buna "Batı ile eleştirel entegrasyon" diyorum. AB ile entegrasyon da İslam dünyası ve Ortadoğu ile ilişkilerde birbirini bütünleyen stratejik zorunluluklar; alternatif arayışları değil.
[Sabah, 16 Nisan 2016].