Seçimin son haftasında Batı medyası beklendiği üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtı kampanyasına hız veriyor. The Economist'in muhalefet yanında tavır almaktan öte geçen küstah "Erdoğan gitmeli" başlığına benzer içerikler Foreign Policy, Le Point, L'Express, Der Spigel ve Washington Post'ta da öne çıkıyor. 14 Mayıs seçimlerini "2023'ün en önemli seçimi" ilan eden Batı medyasının Erdoğan lehine yayım yapmasını beklemiyorduk. "Muvafık ve uysal" bir Türkiye istedikleri için Erdoğan'dan ve milli çıkarlara dayalı aktif politikalarından hiç hoşlanmıyorlar. Bazen rest çekmesinden bazen de uluslararası sistemin değişen dengelerinde etkili olacak hamlelerde bulunmasından rahatsız oluyorlar.
***
Yine Kılıçdaroğlu'nun kazanmasının Batı başkentlerinin işine geldiği de açık. S-400'leri depoya çekecek, Rusya ile ilişkilerde Batıcı davranacak, NATO'dan gelen taleplere evet diyecek ve YPG konusunda farklı politika izleyecek bir muhalefet iktidarını kendi çıkarlarına daha uygun buluyorlar. Bunların Türkiye'nin çıkarlarına uygun olup olmadığını ya da bölgesel anlamda istikrarı bozacak hususlar olup olmadığını önemsemiyorlar. Bu sebeplerle Batı medyasındaki taraflı yorumlar aslında kimseyi şaşırtmıyor. Erdoğan hakkında olumlu yorumlara bu medyada hiçbir geçit yok. Türkiye'nin artan stratejik ve diplomatik öneminden bahsederken bile "tehlike, zorluk ve yayılmacılık" kelimelerini özenle kullanıyorlar. Zaten son on yılda Türkiye'de gerçekleşen her seçim ve referandumda muhalefetin yanında yer aldılar. Hatta Batı medyasının Türkiye'nin "Erdoğan yönetiminde otoriterleştiği" iddiasıyla ürettikleri söylemleri analiz etmek ciddi bir akademik literatür oluşturacak boyuta ulaştı.Edward Said'in Oryantalizm kitabını birkaç kez daha yeniden yazdıracak ölçüde argümanı ve suçlamayı çoğalttılar. Ne "İslamcı faşizm" kaldı, ne "saldırgan "Yeni Osmanlıcılık" kaldı, ne "yayılmacı Türk (sultan)" kaldı ne de "diğer Putin" yakıştırması kaldı. Şimdi de Erdoğan'ın seçimi kaybetmesiyle "dünyadaki diğer otoriter yönetimleri devirecek demokratik dalga oluşturma" fantezisi üretiyorlar. Bu yaklaşımın realiteden uzaklığı tartışılmaz.
***
AK Parti yönetimindeki yirmi yıl boyunca Türkiye çevremizdeki bölgelerdeki krizlerde istikrar sağlayan ve halkların tercihine saygı duyan bir tecrübe üretti. İç savaşların olumsuz sonuçlarıyla, terör örgütlerinin tehdidiyle, mülteci akınlarının sorunları ile mücadelede başarılı bir performans sergiledi. Türkiye'nin güçlenmesi ve gerektiğinde Batılı müttefikleri ile gerilmesi bölgenin krizlerinin daha iyi yönetilmesiyle alakalı. ABD ve AB ülkeleri, Ortadoğu ve Afrika'daki "demokrasi promosyonu" gündeminde ne kadar ikiyüzlü ve çıkarcı davrandıklarını defalarca ispatladılar. Arap Baharı'nın kışa dönmesine göz yumanların "demokrasi" söylemi ile kendi dar çıkarlarını kastettiklerini artık tüm dünya biliyor. Afganistan ve Irak işgallerinin faciaya dönmesi tarihin sonu ilan ettikleri liberal düzenin çöküşünün önde gelen sebeplerinden birisi. Bu yüzden Batı medyasındaki "Kılıçdaroğlu kazanırsa demokrasi gelecek" söylemi Türk seçmeninin bayat bulacağı ve itibar etmeyeceği bir karşıt kampanya. Dahası, bu söylemin "Yaşasın, eşit düzeyde ittifak ilişkisi isteyen zor Türk'ten kurtulduk" anlamına geldiğinin farkında. Hatta Kılıçdaroğlu'nun kazanması durumunda seçmen sadece PKK ve FETÖ ile mücadelenin zayıflayacağı ve güvenliğimizin tehlikeye düşebileceği kaygısı duymuyor.***
Doğu Akdeniz, Ege, Suriye, Libya ve diğer alanlarda Türkiye'nin milli çıkarlarını korumada zorlanacağı endişesi taşıyor. Dünkü yazımda The Economist'in Türkiye'nin demokratik seçimlerine müdahale etmesine siyasetin tepki vermesi gerekir demiştim. Cumhur İttifakı'ndan seçimlerimize karışmayın uyarısı geldi ancak şimdiye kadar muhalefetten ses çıkmadı. Kandil'den PKK elebaşlarının açıklamalarına "kapa çeneni" demeyenlerin Batı medyasına laf etmemesi ise hiç şaşırtmıyor.[Sabah, 6 Mayıs 2023].