Küresel ölçekte sivil toplum kuruluşları ve eğitim merkezleriyle etkin olan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) Batı kamuoyunda genel olarak dini merkezli bir sivil toplum kuruluşu olarak kabul edilmektedir. 140 ülkede yöneldiği eğitim faaliyetleri ve küresel ölçekte oluşturduğu network’ler, örgütün etkin olduğu ülkelerdeki imajının dini referanslı bir sivil toplum kuruluşu olarak benimsenmesine katkı sağlayan en önemli etmenler arasındadır. Rumi Forum, Alliance for Shared Values (Ortak Değerler Birliği), Niagara Foundation (ABD), Stiftung Dialog und Bildung, Intercultural Dialogue (Almanya), Diyalog Akademisi (Hollanda), Flaman Kültürlerarası Merkez ve Kültürlerarası Diyalog (Belçika), Diyalog Barış Enstitüsü (Avusturya) gibi kurumlar ve bu kurumların bulundukları yerlerde etkili olan lobiler aracılığıyla kurulan işbirliği, FETÖ’nün Batı kamuoyunda algılanışında etkili olan önemli yumuşak güç unsurlarıdır. Batı kamuoyunun oluşmasında etkili olan medya araçları ve söz konusu yumuşak güç unsurları aracılığıyla tahkim edilen bu algı, siyasi ve sosyolojik sebepleri olan bir algılama biçimine de işaret etmektedir.
Türkiye siyaseti ve sosyolojisine uzak olanların Türkiye ile ilgili analiz ve değerlendirmeleri konu açısından oldukça tartışmalı bir yerde durmaktadır. Söz konusu sorunlu analizlerin başında Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bütün olarak FETÖ ile mücadelesinin farklı noktalara çekilmesi ve basit ikiliklere indirgenmesi gelmektedir. Bu basit ikiliklerden biri Gülen ve Erdoğan’ın eski dönemlerde müttefik olduğu fakat sonradan bir iktidar mücadelesine girdikleri yönündeki iddialardır. Her iki pozisyonun İslamcı oldukları ve Türkiye’de var olan mücadelenin taraflarını oluşturdukları yönündeki sınıflandırmalar, sıklıkla karşımıza çıkan bir husustur. Bu tür değerlendirmelerin gözden kaçırdığı en önemli boyut, FETÖ ile mücadelenin Türkiye’nin bütün siyasi yönelimleri tarafından desteklendiği gerçeğidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bütün olarak FETÖ ile mücadelesini Erdoğan-Gülen arasında olduğu varsayılan bir iktidar mücadelesi olarak değerlendirmek, Gülen liderliğindeki örgütün Türk demokrasisinde yarattığı travmaların tali bir mesele olarak görülmesine neden olmaktadır. FETÖ ile mücadeleyi Türkiye İslamcılarının iç çatışması olarak gören ve bu durumu Erdoğan-Gülen arasındaki bir iktidar mücadelesi olarak yorumlayan bu tür bir perspektif, metodolojik açıdan da problemlidir. Bahse konu perspektiflerde söz konusu metodolojik problem ise Gülen-Erdoğan/AK Parti arasında doğrudan siyasi bir bağ kurarak iki farklı entiteyi özdeş kılmak ve aktörlerin her ikisini de aynı zeminde ele almaktır. Hâlbuki bakıldığında Gülen ve örgütü mesiyanik kodlarla örülü bir teolojiyle hareket ederek bürokrasinin her kademesine sızmış ve devleti dönüştürmeyi asli amaç olarak görmüş ve sonrasında terör örgütü pozisyonuna evrilmiştir. Erdoğan ve AK Parti ise Türkiye’deki cari demokratik sistem içerisinde çevreden merkeze hareket ederek mevcut meşru pozisyonunu elde etmiştir.
BATI FETÖ’YÜ SAHİPLENİYOR
Batı ile iyi ilişkiler geliştiren ve kritik evrelerde Batılı siyaset kodlarıyla hareket eden Gülen ve örgütünün seküler bir siyaset tarzı ile Türkiye’deki diğer yapılardan farklı bir strateji benimsemesi, örgütün Batı dünyası tarafından sahiplenilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. FETÖ lideri Gülen’in bölgesel ve küresel sorunlarda oynadığı rol de bu yönüyle açıklayıcı bir öneme sahiptir. Gülen’in özellikle Türkiye-İsrail arasında bir çatışmaya evrilen ve sonrasında küresel bir konu olarak tartışılan Mavi Marmara krizinde Türkiye’nin karşısında aldığı pozisyon bu yönüyle önemli bir örnektir. Benzer bir biçimde Türkiye’nin İran ile yakınlaşmasının Batı dünyasında eksen kayması olarak yorumlanması ve Türk dış politikasında İran ile artan temasların Gülenciler tarafından Şii’ci olmakla suçlanması, örgütün Batı dünyasında neden farklı ve sahiplenici bir biçimde algılandığını gösteren önemli bir diğer örnektir. Bu duruma paralel biçimde yukarıda zikredilen STK görünümlü kurumların diyalog çağrısıyla dinler arasında bir platform oluşturma çabası da Batı kamuoyunun manipüle edilmesinde önemli bir rol üstlenmektedir. Kamuoyu düzeyinde kitlelerin FETÖ’ye ilişkin algıları sınırlı ve manipüle edilebilir bir nitelik taşırken siyasiler ve entelektüeller düzeyinde FETÖ kullanışlı bir enstrüman haline gelmektedir. Diyalog görünümlü kurumlar aracılığıyla kurulan ilişki bu açıdan çift yönlü bir karakter taşımaktadır. FETÖ, bir yandan Batı’da var olan Türkiye karşıtı söylemi desteklemekte bir yandan da o söylemin yeniden üretilmesinde etkin rol oynamaktadır.
Gülen hareketinin bir terör örgütüne evrilmesinin Batı kamuoyunda tam anlamıyla anlaşılmamış olmasının önemli siyasi sebepleri olsa da hem bilgi asimetrisinin yarattığı boşluk hem de güdülen siyasi stratejinin bu açıdan etkisi büyüktür. Batılı kamuoyunu şekillendiren görsel ve yazılı basının yanı sıra eşik bekçileri olarak bilinen kamusal ekran yüzlerinin de FETÖ’ye ilişkin analizleri, somut gerçeklikle örtüşmemektedir. Türkiye karşıtlığı ile maruf Graham Fuller’in 15 Temmuz sonrasında kaleme aldığı “The Gulen Movement Is Not a Cult — It’s One of the Most Encouraging Faces of Islam Today” (Gülen Hareketi Bir Kült Değildir, O İslam’ın En Teşvik Edici Yüzüdür) yazısı bu konuda önemli bir göstergedir. Fuller, yazısında Gülen’i mistik bir lider ve politikadan uzak bir kişilik olarak takdim ederek İslam’ın güler yüzü olarak resmetmektedir. Söz konusu bu algı ve değerlendirmeler, hem FETÖ’ye ilişkin enformasyonu sorunlu kılmakta hem de sözü edilen bilgi asimetrisini derinleştiren bir rol oynamaktadır.
GERÇEK: YIKICI CEMAAT
Katı laikçi projelerin hakim olduğu modernleşme deneyiminin ürünü olan bir toplumsal vasatta kendisine zemin bulan FETÖ, dine yabancılaşmış kitleler için bir çıkış yolu olarak kabul edildi. Zygmunt Bauman’ın ifadesiyle “Güvenli olmayan dünyada bir güvenlik arayışı”nın sonucu olarak ortaya çıkan cemaat yapıları, sosyolojik anlamda bir ihtiyacın karşılanması anlamına da gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında FETÖ, Türkiye’deki diğer yapılar gibi dindar kitleler nezdinde kabul görmüş ve kendisine alan yaratmıştır. 17-25 Aralık sonrasında ortaya çıkan tabloya bakıldığında ise FETÖ’nün sosyolojik ve dini anlamda bir cemaat olmak yerine elinde bulundurduğu silahlı unsurları kendi halkına karşı seferber eden bir terör örgütü olduğu görülmektedir.
Kendi paralel evrenini inşa eden Gülencilerin, sadece komünal çıkarlarını gözettiği, kendi dar kalıpları içerisinde ürettikleri teolojik formasyonla dünyayı anlamlandırdıkları ve grup içi asabiyelerini de buradan hareketle şekillendikleri gerçeği önemlidir. Kolektif birlikteliklerini aşkın bir gerçeklikten hareketle şekillendiren Gülencilerin, eylemlerini meşrulaştırma çerçeveleri de bu doğrultuda gerçekleşmektedir. Bütünü oldukları toplumsal sistemin bir parçası olmayı reddeden ve kendi kolektif çıkarlarını toplumsal çıkarın üstünde gören FETÖ, Richard Sennett’in kavramsallaştırmasıyla “yıkıcı cemaat” (destructive Gemeinschaft) profili sergilemektedir. Ben algısının öteki üzerinden tanımlandığı bu tür örgütlerin kamusal pratikleri de önemli oranda dışlayıcıdır. Kendi kolektivitelerini ön planda tutan bu örgütsel ağların, kamusal alanı diğer toplumsal unsurlardan tasfiye etme çabası da sözü edilen yıkıcılığın bir sonucudur. FETÖ’nün Türkiye’yi yukarıdan aşağıya dönüştürme ve toplumsal alanı bütünüyle kontrol etme çabalarının son aşaması olan 15 Temmuz girişimi de FETÖ’nün yıkıcı ve dışlayıcı bir karaktere sahip olduğunun en büyük ispatıdır.
FETÖ, dışarıya karşı kapalı ve dışlayıcı bir siyaset tarzı benimserken kendi içerisinde de katı ve oldukça hiyerarşik bir yapılanmaya sahiptir. Bireyin kitle içerisinde silikleştiği, modern anlamda özne olamadığı sık dokulu katı bir kolektif yapıya sahip olan bahse konu örgüt, hukuki sistemin dışında kalmış, yatay ve dikey örgütlenme modeliyle meşru sistemin dışında konuşlanmıştır. Ali Aslan’ın yerinde tespitiyle FETÖ “radikal nihilist” bir örgüt olarak sadece Türkiye için değil Batılı liberal demokrasiler için de önemli bir tehdittir. Örgüt formunu gizlilik üzerinden inşa eden ve aşağıdan yukarıya yapılanmasını şeffaflıktan uzak biçimlendiren FETÖ, Batı kamuoyu açısından (eşik bekçileri ve siyasiler nezdinde değil) bilinmeyen ve hakkında yanlış bilgi sahibi olunan bir terör örgütü olarak karşımızda durmaktadır. Türkiye’nin özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında FETÖ’den arınma çabaları ülke içerisinde önemli bir ivme kazanmıştır. Bundan sonraki süreçte FETÖ’nün diasporik bir tehlike olacağı ve Türkiye açısından ulus-aşırı bir tehdit arz edeceği açıktır. Türkiye’nin uluslararası arenada FETÖ ile mücadelesinin boyutları ve sonraki aşamada yapması gerekenler, başka bir yazının konusu olacak kadar kapsamlıdır.
[Star Açık Görüş, 22 Ocak 201.