Bir süredir batılı devletler ve kurumlardan gelen açıklamalar gündemimizin önemli bir kısmını teşkil ediyor. Şüphesiz uluslararası ilişkiler bağlamında Türkiye'nin bir gözü her zaman Batı'da oldu. Ancak son durum biraz farklı.
Batılı devletler ve kurumlar Türkiye'nin iç meseleleriyle alakalı daha net tutum almaya ve görüş bildirmeye başladılar. Üstelik Türkiye'deki gelişmeler onların istedikleri yönde değil de ülkenin kendi tayin ettiği yönde devam ettikçe tutumlarını agresifleştirdiler.
Bir kurum olarak Avrupa Birliği'nin ve birçok Avrupa ülkesinin referandum öncesi hayır kampanyası yürütmesinden, Sincar'a TSK'nın düzenlediği hava operasyonlarından sonra sınıra ABD askerlerinin konuşlanmasına kadar bırakın bir müttefikin doğru düzgün dış politika takip eden bir devletin yapmayacağı işler yapıldı.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin Türkiye'yi siyasi izleme statüsüne alması ve Türkiye raportörünün üyelik müzakerelerini askıya alma çağrısı yapması ölçüsüz ve tutarsız tepkilerin sadece bir tanesi.
Üstelik bunlar referandum, Suriye, mülteciler gibi konularda yaşanan tekil tutarsızlıklar olmanın çok ötesinde.
Daha genel bir hatta Batı, Avrupa ve Amerika dahil, Türkiye ile nasıl bir ilişki kuracağını bilmiyor. Batı'nın Türkiye ile şimdiye kadar olan ilişkilerinde eşitsiz bir pratik vardı. Türkiye ne getirip ne götürdüğünün muhasebesini pek fazla yapmadan Batı ile müttefik olmaktan siyasi ve psikolojik olarak mutluydu. Bu mutluluğun karşılığı olarak çıkarlarını Batı'nın çıkarlarıyla eşitlemişti ve Batı politikalarının bir parçası olurdu. Bu ilişki biçiminde çoğu zaman esas kazanan Batılı güçler olurdu. Türkiye birkaç mevzi çıkar elde etse de, denklemin bütünü her zaman Batı lehine çalışırdı.
Şimdi ise başka bir manzara var karşımızda. Türkiye ne kampını değiştirdi, ne eksenini kaydırdı. Yine Batı bloğunun bir parçası olmaya devam etmek istiyor. Ancak Batı cephesinden gelen her öneriyi eskisi gibi önüne arkasına bakmadan sadece menşeine bakarak kabul etmiyor. Kendi milli çıkarlarını ve güvenliğini daha fazla denkleme dahil ediyor ve ona göre bir pozisyon belirliyor.
Bu durumun en net gözüktüğü nokta Suriye krizinde ABD ile yaşadığımız sıkıntılar. Suriye krizi Türkiye'de batı ile ilişkilerde bu paradigma değişimi yaşanmadan önce patlamış olsaydı şimdiye kadar çoktan ABD'nin muharip kara gücü olarak Suriye topraklarında bir askeri operasyon başlatmış olurduk. Evet, Türkiye zaten Fırat Kalkanı Operasyonu'nu yaptı ve resmi açıklamalara göre başka operasyonlar da yapılacak. Ancak Fırat Kalkanı ABD önceliklerine göre değil Türkiye'nin kendi önceliklerine göre dizayn edilmiş bir operasyondu. Eğer operasyon ABD önceliklerine göre yapılsaydı, ABD'lilerin çok istediği gibi YPG ile birlikte ve ABD'nin belirlediği hedeflere yapılırdı. Ancak durum tam tersi oldu; Türkiye'nin belirlediği hedeflere YPG ile de çatışarak düzenlendi operasyon.
Batı Türkiye ile ilişkilerinde alıştığı metotlarla sonuç elde edemeyince, tarihsel olarak geriye düşmanlık seçeneği kalıyor. Ancak gelgelelim mevcut çıkarları ve dengeler Türkiye'ye açıktan bir düşmanlık yapmaya da izin vermiyor. Birçok konuda Türkiye'yi taraflarında tutmayı, Türkiye'nin sunduğu imkanlardan faydalanmaya devam etmeyi istiyorlar.
Ve ortaya bugünkü manzara çıkıyor.
Dost desen değil, düşman desen değil, müttefik hiç değil... Sıkışmışlıktan çıkışın iki yolu var. Ya Türkiye iddiasından vazgeçip Batı ile ilişkilerde eski düzene geri dönecek. Ya da Batı Türkiye ile ilişkilerde yeni durumu kabul edip yeni pratikler geliştirecek. Türkiye'nin iddiasından vazgeçmesi mümkün değil çünkü bu kendinden vazgeçmek anlamına geliyor.
Geriye ikinci seçenek kalıyor yani Batı'nın yeni durumu kabullenmesi. Bunun için de zaman gerekiyor.
[Takvim, 30 Nisan 2017].