PAKİSTAN’IN eski başkanlarından ve Pakistan Halk Partisi (PPP) lideri Benazir Butto’nun öldürülmesi, bu ülkede uzun yıllardır yaşanan kaosun hangi boyutlara ulaştığını gösteriyor. Askeri vesayet, abartılmış dış tehdit algısı, kötü yönetilmiş Keşmir sorunu, geleneksel toplum yapısı ve elitist siyasi parametrelerin arasında sıkışıp kalmış olan Pakistan’ın her istikrar hamlesi, paradoksal bir şekilde ülkeyi demokrasi ve şeffaflıktan uzaklaştırdı.
Pakistan, 11 Eylül sonrasında ayrı bir jeo-stratejik önem kazandı. Taliban ve el-Kaide’nin üssü haline gelen Afganistan-Pakistan sınır bölgeleri, Bush yönetiminin birincil hedefleri arasına konuldu.
1999 yılında askeri darbeyle yönetimi ele geçiren Perviz Müşerref, hem kendi iktidarını garantiye almak, hem de 11 Eylül sonrası ortaya çıkan konjonktürden faydalanmak için Amerika’nın ‘küresel terörle savaş’ doktrinini açık bir şekilde benimsedi ve Washington’dan gelen talimatları uygulamaya başladı. İlk yıllarda başarılı gibi görünen bu ‘ittifak’, Pakistan siyasetinde yeni bir dinamiğe işaret etmekteydi. Yıllardır Hindistan karşıtlığı ve Keşmir müdafaası üzerine kurulu Pakistan ulusal kimliği, ilk defa yeni bir tehdit ve düşmanla tanıştırıldı: dinci militanlar.
Yeni düşman, yeni hedef
Bu militan örgütlerin öncelikle Taliban ve el-Kaide olduğu söylendi ve her ikisinin de Pakistan’ın ve bölgenin çıkarlarına karşı olduğu ifade edildi. Perviz Müşerref bu söylemin en hararetli sözcülerinden biri oldu. Fakat Pakistan halkının Washington merkezli bu siyasete itibar etmediği açık. Bu yüzden Perviz Müşerref, 11 Eylül sonrasında ‘Amerikan kuklası’ yaftasını yemek zorunda kaldı.
Benazir Butto da gene bu hesapların bir parçası olarak Pakistan’a getirildi. Bu yüzden aleyhindeki davaların kaldırılması, Müşerref’le güç paylaşımı pazarlıklarına girmesi ve fiilen ülkeye geri dönmesi daha en başından hatalı bir stratejiye dayanıyordu. Bush yönetimi, Müşerref’in Pakistan-Afganistan sınırındaki İslamcı militanlarla ve onların İslamabad ve Karaçi gibi büyük şehirlerdeki uzantılarıyla mücadelesini yetersiz görmekteydi. Zira sert açıklamalara ve kararlılık gösterilerine rağmen Taliban bu süre içerisinde Afganistan’da ve Pakistan içinde yeni mevziler kazandı.
Hem ordunun başkomutanı hem de ülkenin başkanı olan Müşerref’e karşı tepkinin arkasında iki temel neden yatıyor ve ikisi de Washington’un kurduğu baskıların sonucu. Birincisi Müşerref’in Keşmir’de Hindistan’a karşı mücadele eden gruplara verilen geleneksel desteği asgariye indirmesi. Bu, Pakistan dış siyasetinde önemli bir kırılmaya işaret ediyor. Pakistan iç siyasetinin bel kemiğini oluşturan Keşmir meselesi, Pakistan’da hiç bir siyasetçinin ve askerin ihmal edemeyeceği bir sorun.
Müşerref’e yönelik tepkinin ikinci nedeni, ülke içindeki İslami gruplara karşı yürütülen mücadele. Bu mücadelede Pakistan ordusunun askeri açıdan ne kadar başarılı olduğu tartışmaya açık. Fakat siyasi açıdan ortada intihara benzer bir durumun olduğu da sır değil. Onlarca yıldır hiç bir askeri gücün ve güvenlik biriminin kontrol edemediği bölgelere Pakistan ordusunun adeta işgalci bir güç gibi gönderilmesi, Müşerref’in askeri-siyasi kariyerinin en riskli kararıydı. Sonucun ne ordu ne de Müşerref açısından parlak olmadığı ortada. Gerek Pakistan ordusu, gerekse de Butto suikastına onay verdiğine kesin gözüyle bakılan istihbarat birimleri, Müşerref’in bu aşırı Amerikancı tutumlarından rahatsız.
ABD’nin planı suya düştü
Butto’nun, Müşerref’in tam olarak yerine getiremediği bir görevi ifa etmek için Pakistan’a getirilmesi, bu iki kesimdeki şüphelerin daha da derinleşmesine yol açtı. Zaten Pakistan ordusu Benazir’in Halk Partisi’ne öteden beri şüpheyle bakmaktaydı. Ülke siyasetini ve ekonomisini büyük ölçüde kontrol eden Pakistan ordusunun Benazir suikastıyla doğrudan bir ilgisi olmayabilir. Zira bu suikast şu anda Müşerref’in de faydasına değil. Fakat Butto gibi bir siyasi figürün ortadan kalkmış olması, ordunun geleneksel gücüne sahip olmaya devam edeceğinin habercisi.
Ordu vesayetinde siyaset
Bu noktada Pakistan’daki ‘İslamcılık tehdidi’nin sistematik olarak abartıldığını söyleyen gözlemciler önemli bir noktaya işaret ediyorlar. Taliban ve el-Kaide tehdidi, ordunun Pakistan için vazgeçilmez olduğu ve daha da güçlendirilmesi gerektiği tezini temellendirmek için elverişli bir argüman olarak kullanılıyor. Pakistan ordusunun ülke ekonomisindeki payı ve siyasi etkisi, bu tür soru işaretlerini hakli çıkartıyor.
Benzair suikastı, Pakistan’ın bir müddet daha kaosun içinde sürükleneceğini gösteriyor. Bu da paradoksal bir şekilde hem orduyu hem de militan grupları güçlendirecek. Ordu, terör örgütlerinin üzerine gitmek gerekçesiyle nüfuzunu biraz daha arttıracak. Bu manada 8 Ocak’ta yapılması planlanan Pakistan seçimlerinin ertelenmesi kuvvetle muhtemel. Fakat seçimler yapıldığında da demokrasi ve siyasi temsilden çok, iç ve dış tehdit algısı, güvenlik, terör ve Pakistan derin devletinin kirli ilişkileri seçimlerin ruhunu belirleyecek.
Bu kaos ortamından militan örgütler de karlı çıkacaklar. Zira bu tür örgütler, hele Pakistan gibi son derecek karmaşık bir toplum ve coğrafyada, düzen ve istikrardan ziyade kaos ve gerginlikten nemalanırlar. Üstelik eğer iddia edildiği gibi bu suikast el-Kaide ve yandaşlarının işiyse, bu tür gruplar kendilerini büyük bir başarı elde etmiş sayacaklar ve terör faaliyetlerine daha büyük bir özgüvenle devam edeceklerdir. Bu noktada ordu ve istihbarat içindeki bazı birimlerin suikasta bilerek göz yumduğu, hatta koordine ettiği iddiası gündeme geliyor. Bu da kaos ve belirsizlik ortamının orta düzeydeki birimler tarafından bundan sonra da körükleneceğinin işaretini veriyor.
Butto işi tamamlayacaktı
Butto cinayeti, Bush yönetiminin Pakistan’daki planlarını da altüst etmiş olmalı. Müşerref’in son yıllardaki performansından memnun olmayan Beyaz Saray, Butto’yu ‘işi tamamlamak’ üzere getirmişti. Fakat yine paradoksal bir şekilde Butto’nun Pakistan’a dönüşü, demokratikleşme ve normalleşme sürecinin de başlangıcı olabilirdi. Geçmişteki hatalarına ve yolsuzluk iddialarına rağmen Benazir Butto, siyasi temsil ve katılım sorununu çözmek için önemli bir açılım yapabilirdi.
Şu anda Washington alternatif senaryolar üzerinde kara kara düşünüyor olmalıdır. Zira Bush terörle mücadelenin demokratikleşmeyle at başı gideceğine dair defalarca söz verdiği halde bunu ne Irak’ta ne de Afganistan’da gerçekleştirebildi. Pakistan ve Benazir, Bush ve ekibinin son umuduydu. Böylece hem zahirde demokratik olan, hem de terörle mücadele adı altında Amerika’nın savaşını veren bir kadro iktidara gelecek ve Müşerref-Butto ittifakı, seçim dönemine giren Bush yönetimi için siyasi bir puan olacaktı. Bu planların hepsi artık tarih oldu.
Babası 1979 yılında idam edilen, iki kardeşi öldürülen ve iki kez başbakanlık yapan Benazir Butto’nun hunharca katledilmesi insani bir trajedi. Siyaset, bu akıldan ve vicdandan yoksun terörün önüne geçmek için var. Fakat maalesef Pakistan bu siyasi cinayetle ‘yas tutan millet’ olmaya devam edeceğini gösterdi. Büyük şair ve düşünür Muhammed İkbal’in arzuladığı ‘Hindistan Müslümanlarının anayurdu Pakistan’ herhalde bu değildir. Pakistan’ın ilk devlet başkanı Muhammed Ali Cinnah’ın altmış yıl önce hayal ettiği Pakistan da bu olmasa gerek. Önümüzdeki günler kardeş ülke Pakistan için zor olacak. Umarız bu zor zamanda ihtiyaç duydukları moral güç ve siyasi basiret, olayların akışını belirleyen ana saik olur.