“Arap Baharı”na giden süreçte ABD, Suriye başta olmak üzere Orta Doğu’da bazı muhalif grupları, otoriter rejimlere karşı cesaretlendirmişti. Uzun süredir de demokratikleşme talep eden yapıları ve seçimleri destekleyeceği sözünü veriyordu. Bölgedeki “aşırıcı gruplar”ın demokrasi eksikliğinden dolayı şiddeti körüklediği tezini dile getirerek, kararlı olduğu görüntüsünü pekiştiriyor ve demokratik hareketlerin eylem sürecine geçmesi için tuzak kuruyordu.
Orta Doğu’da bazı ülkelerde seçimler yapılmış, Arap Baharının başladığı ülkelerde otoriter yönetimler sarsılmaya başlamıştı.
ABD, demokratik değişimlerin kendi adamlarının yönetime gelmesini garanti etmeyeceğini ve mevcut adamlarının da gücünün sarsıldığını görünce, siyasal değişim, demokratikleşme ve seçim gibi kavramları hemen rafa kaldırdı.
Muhalif grupları desteklediğini söyleyerek onları tuzağa düşürdüğü kısa süre içinde anlaşıldı. ABD’nin Orta Doğu’da demokrasiyi değil, kendi adamlarının iktidarda olmasını desteklediği gerçeği bir kez daha kanıtlanmış oluyordu.
***
Gelelim bugüne…
ABD dışişleri yetkilileri, bugüne kadar birçok kez Irak Kürtlerinin, “meşru bağımsızlık arzusunu anlayıp ve hatta desteklediklerini” ifade ettiler. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi (IKBY) referandum tarihini netleştirince de, Washington yönetimi sadece zamanlamasına karşı çıktı. İptal edilmesini değil, ertelenmesini istedi. Bunu da öyle çok üst düzeyden ve kararlılıkla söylemedi.
Erteleme isteğinin nedeni, DEAŞ’la mücadele ederken; Irak merkezî ve bölgesel yönetimi arasındaki çıkacak krizde, her iki tarafta desteklediği aktör ve grupların siyasi geleceğini garanti edemeyeceği endişesiydi.
Ayrıca ABD, bağımsızlık sürecinin Erbil ve Bağdat arasında krizi derinleştirip, kendi yönetebileceği bir çerçeveden çıkması durumunda, İran’ın Irak yönetimi üzerinde etkisini daha da artıracağı düşüncesini taşıyor.
Washington’un referandumun zamanlamasına karşı çıkmasının diğer önemli bir nedeni, Kuzey Suriye’de PYD-YPG terör örgütlerine yaptığı yatırımın tamamlanmamış olması. ABD, Suriye’de DEAŞ’la mücadelenin kazanılmasının ve PYD’nin kantonlaşma sürecini tamamlayarak güçlenmesinin ardından referandumun yapılmasını istiyor.
Gelecekte PYD’nin, ABD çıkarlarını Barzani’den daha iyi koruyabileceğini düşünüyor. Bu anlamda Barzani’nin iktidar süresinin uzamasının yeni maliyetleri ortaya çıkaracağını varsaydığı için “kullanım süresi”nin sonuna yaklaşıldığını öngörüyor. Öte yandan PYD-YPG’ye yaptığı yatırımların tam karşılığını vermesi için çok uzun bir süreyi gerektirmeyen bir zamana ihtiyacı var.
PYD/YPG-PKK ekseninin biraz daha güçlenmesinin ardından, Kuzey Irak’taki diğer yapılarla güç birliğine gitmesiyle Barzani, kendi iktidarının sonlanacağını düşünüyor. Dedesi Abdüsselam Barzani ve babası Molla Mustafa Barzani’nin gerçekleştiremediği bağımsızlık hayalinin, en azından önemli bir adımını (bağımsızlık olmasa bile referandum) atmak istiyor.
***
Dedesi İngilizlere, babası ise Rus, İran, İsrail ve ABD’lilere güvenerek bağımsızlık hayali kurmuştu. Mesud Barzani ise yine başkalarına güvenerek referandumu yapsa da, iktidarında “bağımsızlık” sürecini göremeyeceği büyük ihtimal.
Referandumun ardından, her ne kadar bağımsızlık sürecini hemen başlatmayacağına dair Türkiye başta olmak üzere bazı ülkelere mesaj gönderecek olsa da, Kuzey Irak’ta yaşanacak kriz ve istikrarsızlık sarmalı büyük ihtimalle Barzani yönetiminin sonunu getirecek.
Bölgede devam eden istikrarsızlığı bir fırsat olarak değerlendirse de, bu süreçte İsrail’in açıktan ve ABD’nin muğlak desteği Barzani için bir tuzaktı.
İsrail ve ABD, bölgede Barzani ve partisi gibi muhafazakâr bir yapı yerine; PYD gibi seküler bir örgütün uzun dönemde daha çok işlerine yarayacağını düşünmekte.
Washington, Barzani yerine kendi kontrolündeki örgüt ve aktörlerin hazırlanma sürecinin tamamlanmadığını düşünse de, Erbil’de oluşacak güç boşluğu, kriz ve çatışma sürecinde kendi adamlarına göre yeni bir dizayn dönemi başlatacaktır.
Yani, Kuzey Irak’ta Suriye’de yaşananlara benzer bir süreç yaşanabilir.
Türkiye’nin IKBY’nin referandum kararına sert tepkisi, Arap Baharı sonrası Suriye’de yaşananlardan en büyük zararı gören ülke olarak, Kuzey Irak’ta benzer bir istikrarsızlığın yaşanmasını istemediği içindir.
Türkiye’de bazı çevrelerin iddia ettiği gibi Kürt fobisi değildir.
[Türkiye Gazetesi, 26 Eylül 2017].