Avusturya Dışişleri Bakanı Karin Kneissl, geçen perşembe günü resmi ziyaret kapsamında mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile İstanbul’da görüştü. Kneissl, basına yansıdığına göre, göreve başlamasının ardından Çavuşoğlu ile bir telefon görüşmesi yaparak ikili ilişkilerin düzeltilmesi arzusunu dile getirmişti. Avusturya tarafından dile getirilen bu irade beyanı aslında yakın dönemde Avrupa ülkeleri ile yaşadığımız yüksek gerilimli atmosferin bir ölçüde azalma trendine girdiğinin bir başka örneği.
Hava şartlarının elverişli olmaması üzerine konuk bakanın çok sevdiği Büyükada yerine Dolmabahçe’de gerçekleştirilen baş başa ve heyetler arası görüşmelerin ardından ortak bir basın açıklaması yapıldı. Buna göre tarafların, ilişkileri pozitif bir gündeme taşıyacakları mekanizmaları devreye sokmak için adımlar atılması kararlaştırıldı. Bu yöndeki mutabakatın somut örnekleri olarak iki bakan tarafından Avusturya-Türkiye kültür yılının gerçekleştirilmesi, Efes antik kenti kazılarının yeniden başlatılması, ortak bir ekonomi komisyonunun oluşturulması ve diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi kararları alındı. Sözü edilen ziyaret ve alınan kararların bir süredir çok gergin bir havada seyreden iki ülke ilişkilerine olumlu yansıyacağı Avusturyalı ve Türk çok sayıda gözlemci tarafından ifade ediliyor.
Avusturya neden Türkiye’ye göz kırpıyor?
Bilindiği üzere Avusturya’daki mevcut hükümet, aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) ile son dönemde Sebastian Kurz liderliğinde aşırı sağa kayan Avusturya Halk Partisi’nin (ÖVP) bir araya gelmesiyle oluşturulan bir koalisyon hükümetidir. İlk bakışta aşırı sağcı FPÖ’nün hükümet ortağı, bu partinin kullandığı göçmen, sığınmacı ve Müslüman karşıtı jargonu benimseyerek ana akım siyasete taşıyan Kurz’un liderliği altındaki ÖVP’nin de iktidarın büyük ortağı olduğu bir hükümetin dışişleri bakanının Türkiye’yi ziyareti şaşırtıcı görünmektedir. Üstelik Kneissl’in Avusturya siyasetinde Türkiye, Erdoğan ve Müslüman karşıtlığında en çok sivrilmiş olan FPÖ’nün kontenjanından bakan olduğu bilindiğinde bu şaşkınlık daha da artmaktadır. Yine tüm dünyada Avrupa ve göçmen karşıtlığı ile bilinen FPÖ’nün koalisyon hükümetinde Dışişleri, Avrupa ve Uyum Bakanlığı’nı uhdesine alması da daha az şaşırtıcı bir durum değil.
Gerek Avusturya medyasında gerekse Türk medyasında hatırı sayılı bir ilgiye mazhar olan ziyaretin arkasında yatan iki ana neden olduğu söylenebilir. Birincisi Türkiye-Avusturya ilişkilerini doğrudan ilgilendirirken ikincisi iki ülke ilişkilerine dolaylı yoldan etki eden uluslararası gelişmelerdir.
İki ülke ilişkilerinin bir süredir neredeyse dibe vurmuş olduğu çok açık. Geçtiğimiz son iki yılda Avusturya’da gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler sırasında estirilen fırtınalar eşliğinde önce Türkiye’nin AB üyeliği tartışmaya açılmış, daha sonra da başta Türkler olmak üzere bu ülkede yaşayan yüzbinlerce Müslüman ötekileştirilmeye çalışılmıştı. Bunun dışında Türkiye’de gerçekleştirilen referandum sürecinde de Avusturyalı yetkililer Türkiye’nin iç siyasetinde taraf olmuşlardı. Bu minvalde başkanlık sistemine ‘evet’ oyu vereceklerin referandum çalışmaları engellenirken, kendileri ile daha uyumlu çalışacaklarını düşündükleri ‘hayır’ taraftarlarının propagandalarına destek olunmuştu. Türkiye, Avusturya’nın bu hamlelerine karşılık olarak hızlıca somut adımlar atmış ve NATO üyesi olmayan bu ülkenin NATO ile eğitim programlarına katılmasını engellemişti. Yine Türkiye Avusturya arkeolojisinin en prestijli projesi olan ve yüz yılı aşkın bir süredir Avusturyalı arkeologların öncülüğünde gerçekleştirilen Efes antik kenti kazılarını da durdurmuştu.
Bu arka plandan da görülebileceği üzere ikili ilişkiler uzun yıllar olmadığı kadar kötüleşmiş ve adeta dip seviyesini görmüştü. İş öyle bir noktaya gelmişti ki yeni Avusturya hükümetinde ister FPÖ’den isterse başka partiden bir isim dışişleri bakanı olsun, iki ülke ilişkilerinin durumu açısından daha kötü bir seviye pek mümkün görünmüyordu. Bununla birlikte Karin Kneissl her ne kadar FPÖ kontenjanından bakanlık koltuğuna oturmuş olsa da, ideolojik açıdan FPÖ ile kolaylıkla irtibatlandırılabilecek bir kişilik olmamasının yanı sıra, 60’lı ve 70’li yıllarda birçok kez yaz tatilini İstanbul Büyükada’da geçirmesi hasebiyle Türkiye’ye ve Türklere sempatisinin bulunması, Ortadoğuyu çok iyi bilmesi ikili ilişkilerde ‘yeni bir sayfa açılması’nın psikolojik zeminini sağlamaya yardımcı oldu.
Tüm bu faktörler bir araya getirildiğinde varılan sonuç, Türkiye-Avusturya ilişkilerinde gerçek anlamda bir dönüşümden, köklü bir değişimden henüz bahsedilemeyeceğidir. Bunun yerine söylenebilecek olan, iki ülkenin tarihsel uzlaşma alanları olan ekonomi ve kültürel alanların öne çıkarılması yoluyla ilişkilere yeni bir nefes üflenmesidir.
Uluslararası gelişmelerin etkisi
Türkiye-Avusturya ilişkilerini dolaylı yoldan etkileyen uluslararası gelişmelere dair ise dikkat çeken ilk husus, Soğuk Savaş döneminde gözlemlenen, uluslararası ilişkilerin görece belirgin havasının giderek dağıldığı gerçeğidir. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ortaya konulan ve çift kutupluluk temeli üzerine oturtulan uluslararası düzenin bir ayağı yıkılınca tek kutuplu düzene geçilmişti. Fakat Çin’in giderek güçlenip küresel ölçekte etkin bir aktör haline gelmesi ve Rusya’nın 'yeniden doğması' gibi gelişmelerin de etkisiyle şimdilerde tek kutupluluktan çok kutuplu bir uluslararası düzene geçildiğinin işaretleri görülmektedir.
Bu çerçevede ABD Başkanı Donald Trump’ın, Avrupa’ya yönelik, ABD koruma kalkanının karşılıksız sunulmayacağı tehdidi ile ekonomik ilişkilerde ABD’yi önceleyen bir ‘serbest ticaret’ anlayışını öne sürmesi, Avusturya’nın da içinde bulunduğu Avrupa kıtası ülkelerini tedirgin etmişti. İngiltere’nin de Avrupa Birliği’ni terk etmesiyle alışılmış düzenin sona ermekte olduğunu gören AB’deki küçük ülkeler, kendi başlarının çaresine bakmak gerektiğini anlamaya başladılar.
Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’un Almanya ziyareti esnasında, aşırı sağcı FPÖ partisi ile hükümet kurulması, Viyana’nın mültecilerin Avrupa’daki gelecekleri hakkında Vişegrad ülkeleri ile işbirliğinden kaynaklanan fikir ayrılıkları, FPÖ’nün Avusturya’daki istihbarat birimlerinin yönetimini üstlenmesi ve yine FPÖ’nün Rusya ile iyi ilişkileri gündeme getirilerek Berlin’in Viyana’ya baskı kurmaya çalıştığı gözlendi. Ziyaret sırasında Alman mizah dergisi Titanic’te Sebastian Kurz’u hedef tahtasında gösteren fotoğrafın olduğu bir haberde ‘‘Sonunda mümkün: Bebek-Hitler’i öldürmek’’ şeklinde yayın yapılmış olmasını da yukarıda zikredilen baskıya ‘kültürel’ bir katkı olarak değerlendiren çok sayıda kişi bulunuyor.
Sözkonusu haberi yapan mizah dergisi hakkında savcılıkça soruşturma başlatılmasının Almanya'nın Türkiye söz konusu olduğunda tepe tepe kullandığı basın özgürlüğü ile nasıl bağdaştırılacağı bilinemese de bu tür olaylar, Avusturya’nın rahat bir nefes alabilmek için neden Türkiye’yi seçtiğini anlamakta yardımcı olmaktadır. Zira Türkiye diğer tüm ülkelerle olduğu gibi Avusturya ile de tahakküm ve baskı arayışından uzak ve eşitlik temelinde bir ilişki kurmayı dış politikasının temel unsuru olarak benimsemiştir. Avusturya Dışişleri bakanı Karin Kneissl’in ikili ilişkilerde ‘yeni bir sayfa açma’ isteğinin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından memnuniyetle kabul edilmiş olmasını, sözü edilen eşit ortaklık temelinde gelişecek iki ülke ilişkilerinin bir yansıması olarak görmek mümkün. Fakat aynı zamanda bu durumu, Avusturya’nın son dönemlerde karşı karşıya kaldığı uluslararası sıkışmışlıktan kurtuluş çabası olarak okumak da mümkün.
[AA, 1 Åžubat 2018]