SETA > Yorum |
Avrupa'da Öteki' Olmak Artık Daha Zor

Avrupa'da ‘Öteki' Olmak Artık Daha Zor!

Avrupa Parlamentosu'nda “üçüncü büyük siyasi görüşü” oluşturacak olan yabancı düşmanı partilerin oy oranlarını artırmaları, Avrupa'da “öteki” olmayı daha da zorlaştıracak bir gelişme olarak karşımıza çıkmaktadır.

Geçen hafta Avrupa Birliği’ne (AB) üye ülkelerde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde öne çıkan iki gelişme AB’nin geleceğini önemli oranda etkileyecek bir tartışmaya işaret ediyor. Bunlardan birincisi, seçim sonuçlarında da görüldüğü gibi, aşırı sağ veya AB karşıtı partilerin önemli bir başarı göstererek Avrupa Parlamentosu’nda çok sayıda sandalye elde etmeleridir. İkincisi ise seçimler öncesinde başlayan Avrupa Komisyonu başkanının kim olacağı tartışmasının seçimlerin sonrasında da aynı heyecan ve gerginlikle yürütülmesidir. Bunlardan ilki Avrupa’da entegrasyon çabalarına ciddi darbe vuran bir gelişme olarak karşımıza çıkarken, ikinci tartışma aynı anda Avrupa Birliği’ni federatif bir yapıya dönüştürmek isteyen kesimlerin ileri bir adımı olarak tezahür etmektedir.

PARLAMENTO-KONSEY İKİLİĞİ

İkinci tartışmanın analizinden başlayalım: Son seçimlerle birlikte Avrupa Parlamentosu’na çok sayıda AB karşıtı girmiş olsa da, hükümet temsilcilerinin yer aldığı Konseyler (Devlet/Hükümet Başkanları Konseyi ve Bakanlar Konseyi) ile karşılaştırıldığında Avrupa Birliği’nin bütünleşme düzeyi yüksek federatif bir yapıya dönüştürülmesini isteyenlerin çok daha fazla olduğu bir organdır Avrupa Parlamentosu. Parlamentonun yetkilerinin artırılmasına yönelik her adım ise AB’nin “ulusüstü/hükümetlerüstü” karakterini artıran, dolayısıyla da federatif yönünü kuvvetlendiren bir gelişmedir. Seçimler öncesinde Avrupa Parlamentosu’nda grupları olan partilerin Avrupa Komisyonu başkanlığı için adaylar göstermeleri Parlamentonun etkinliğini artırma yönündeki çabalarının önemli bir adımı olarak görüldü. Avrupa Parlamentosu, federal devletlerdeki başbakanlığa eşdeğer bir pozisyon olarak tanımlanabilecek olan Avrupa Komisyonu Başkanlığı makamına kimin getirileceğine kendisi karar vermek istiyor.

Bunun Avrupa Birliği’nin çıkarlarını daha çok yansıtan bir organ olan Parlamentonun, üye ülke hükümetlerinin çıkarlarını daha çok gözeten Konseylere bir meydan okuması olarak değerlendirilmesi mümkündür. Çünkü AB’de bu zamana kadarki geleneksel uygulama, komisyon başkanının Avrupa Konseyi (Devlet/Hükümet Başkanları Konseyi) tarafından belirlenmesi şeklindeydi. Avrupa Konseyi bu atamayı yaparken, belirlediği kişinin parlamentonun onayından geçmesi gerektiğini bilerek hareket ediyordu, ancak sonuçta Avrupa Konseyi’nin işaret ettiği kişi parlamentonun da onayıyla komisyon başkanı olarak göreve başlıyordu. Lizbon Anlaşması ile getirilen “Avrupa Konseyi’nin parlamentoya komisyon başkanını önerirken seçim sonuçlarını da dikkate alacağı” şeklindeki düzenleme ise parlamentoya konseyler karşısında bu meydan okumayı gerçekleştirme şansı veriyor. Şimdi parlamento bu düzenlemeden aldığı güçle, seçim öncesinde belirlediği isimlerden en fazla oy alan grubun adayını Avrupa Konseyi’ne dayatmaya çalışmaktadır. Seçimler öncesinde Avrupa Halk Partileri (EPP) ile Avrupa Sosyal Demokratları (S&D)’nın adayları olan Jean-Claude Juncker ve Martin Schulz’un televizyon programlarında boy göstererek normal devletlerdeki başbakanlık adayları gibi seçim kampanyaları yürütmeleri Avrupa Konseyi üzerinde kurulmak istenen baskının açık göstergesiydi. Seçimlerden sonra Avrupa Parlamentosu başkanlığının bu baskıyı devam ettirdiği ve en fazla oyu alan EPP adayı Juncker’in komisyon başkanı olması konusunda ısrarcı olduğu görülmektedir.

İngiltere