25 yıl önce, Soğuk Savaş sona erdiğinde Amerikalılar yeni bir dünya düzeninin kurulduğundan bahsetmeye başladılar. Amerikan değerlerinin egemen olduğu yeni bir dünya düzeninden söz ediyorlardı. Tarihin son bulduğundan söz ediyorlar, bütün dünyaya umut pazarlıyorlardı. İnsanların, malların, fikirlerin serbestçe dolaşımından dem vuruyorlardı. Küresel bir sivil toplumun yükselişine, insan haklarının en üst siyasal değer halini aldığına vurgu yapıyorlardı. Sürdürülebilir kalkınma, çevreci politikalar, silahsızlanma lafları gırla gidiyordu. Jeopolitik istikrar kavramı Amerikan dünya siyasetinin merkezi unsurlarından biriydi. Nitekim bizim bulunduğumuz coğrafyaya da bu kavram ekseninde bakıyorlardı. Ortadoğu'ya bakarken elbette orada birtakım "çözülmesi gereken sorunlar" görüyorlardı. İran'ın dengelenmesi. Irak'ın kıskaca alınması. İsrail'in rahatlatılması. Otoriter rejimlerin demokratikleştirilmesi. Vs. Dünya, bu rüyadan çabuk uyandı. ABD'nin, Soğuk Savaş sonrasında dünyanın tek hâkimi olmak için oluşturduğu hegemonya senaryosu ifşa oldu. O günden bugüne küresel siyaset giderek sertleşti. Silahlanma yarışı başladı. İnsanların, malların ve fikirlerin dolaşımına tarihte hiç olmadığı kadar engel olunmaya çalışıldı. İnsan hakkı kavramı sadece Batılı ülkelerin vatandaşlarına ait bir imtiyazmış gibi ele alınır oldu. Çevreci politikalar, büyümeye çalışan, kendi kabuklarını kırmaya çalışan ülkelerin gelişmesine ket vurmak için kullanılan basit bir araca dönüştürüldü. Radikalizm, fanatizm ve terörizm tarihte hiç olmadığı kadar tehlikeli boyutlara vardı. Küresel alanda yaşanan mahrumiyetler ağır insani krizleri beraberinde getirdi. Son 25 yılda Amerikan optimizminden eser kalmadı. Aksine bütün dünya ABD yayılmacılığının ağır faturası ile karşı karşıya kaldı. Ne yazık ki bugün en büyük maliyeti, içinde bulunduğumuz coğrafya üstlenmek zorunda. ABD'nin işgal politikaları bugüne dek Irak ve Suriye'de yaşanan katliamların ve zulümlerin başlıca nedeni. Hiç kuşkusuz ABD bu cürümleri tek başına işlemedi. Suç ortakları, işbirlikçileri oldu. ABD 2003'te tamamen yalan dolan gerekçelerle Irak'ı işgal etti. Kitle imha silahları dedi, Saddam Hüseyin El Kaide'ye destek veriyor dedi. Hepsinin yalan olduğu ortaya çıktı. Gerçek olan bugün karşımızda olan Irak. Yıkılmış, bölünmüş, iç savaş halinde ve İran'ın etkisi altında kıvranan bir Irak. ABD'nin "Arap baharı"na ve Suriye'ye yönelik iki yüzlü tutumu Ortadoğu'da başka katliamların önünü açtı. Bugün için jeopolitik istikrar kavramının ABD için bir önemi yok. Fakat bizim için, Türkiye için var. Çünkü biz buradayız, bu coğrafyadayız. Biz böylesine vahşi bir küresel düzen içinde, bu denli zorlu bir coğrafyada varlık yokluk mücadelesi veriyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Musul için söylediği "hem sahada, hem masada olacağız" sözü bölge politikamızın bir özeti. DEAŞ diye bir canavar yaratıp, sonra o canavar üzerinden bölgemizi şekillendirmek isteyenlere dur demek zorundayız. Halihazırda terör örgütlerine, devlet altı aktörlere güvenerek bölgeyi istikrarsızlaştırmaya çalışanlarla, devletlerin toprak bütünlüğünü, halklarının özgür siyasi iradesinin temsilini savunanlar karşı karşıya. Haklı olan kazansın...
[Sabah, 19 Ekim 2016].