Bir önceki yazıda Türkiye’de sosyal medya kullanımının yaygınlığını ve genç seçmenlerin sayısal çoğunluğunu dikkate alan partilerin, dijital seçim kampanyalarına yönelme eğilimine değinmiştim.
Partilerin yeni nesil seçim kampanyalarını, geleneksel seçim kampanyalarından çok daha nitelikli ve sofistike yapmaları gerektiğini de ayrıca vurgulamıştım.
İlaveten, Türkiye’de siyasetçilerin dijital seçim kampanyası denince sosyal medya üzerinden katıldıkları programların fotoğraflarını paylaşmayı anladıklarını, dolayısıyla bu tip bir sosyal medya siyasetçiliğinin seçmen tarafından çok da olumlu karşılanmadığını söylemiştim.
Bu çerçeve üzerinden de bu yazıda dijital seçim kampanyalarının avantaj ve dezavantajlarına değineceğimi belirtmiştim.
Önce şunu belirteyim. Hiçbir parti seçim kampanyasında sosyal medya araçlarını göz ardı edemez. Sosyal medyayı kullanmak artık bir zorunluluk. Çünkü geleneksel medyaya ilgisi azalan, haber ve iletişim kaynağı olarak sadece sosyal medyayı kullanan geniş bir seçmen kitlesi var.
Bir siyasal parti sosyal medyadan seçim kampanyası yürütmese bile, en azından rakiplerinin kendisine yönelik sosyal medya üzerinden ürettiği yalan haber ve manipülasyonlara, yine aynı mecralardan karşılık vermek zorundadır. Meselenin aslı ile ilgili doğru bilgilendirmeyi yapması elzemdir.
Hele iktidar ve merkez partilerin, bu yalan haber ve üretilmiş manipülasyonlara karşı çok daha yoğun bir mücadele ile karşılık vermesi gerekmektedir.
Çünkü dünyadaki sosyal medya üzerinden üretilen siyasal kampanya içeriklerinin çoğunluğu merkez siyasetleri aşındırma üzerine odaklanmaktadır.
Tam da bu gerçeklik üzerinden uzun süredir Batı kamuoyu, siyaseti ve demokrasiyi güçlendirmesi ve koruması gereken sosyal medyanın tam tersine bu alanı maniple ederek zayıflattığını tartışıyor.
Örneğin, ABD’de Trump’ın başkan olması, Avrupa’da aşırı sağ partilerin ve popülist hareketlerin yükselmesi, İngiliz toplumunun Brexit kampanyasına “evet” demesi ve İspanya’da Katalanların referandumdan bağımsızlık sonucunu çıkarması, çoğunlukla sosyal medya manipülasyonu ile açıklanıyor. Sosyal medyalar üzerinden üretilen sahte haber ve manipülatif içeriklerle toplumların yönlendirildiği iddia ediliyor.
Türkiye’de de son 24 Haziran seçimlerinde, sosyal medya üzerinden “tamam” kampanyaları düzenlenerek iktidar karşıtı blok konsolide edilmeye çalışılmıştı.
İdeolojik olarak birbirine uzak seçmen kitlelerini, stratejik oy verme davranışına yönlendirmek için bu tip kampanyalar işlevsel hâle getirildi.
Özellikle AK Parti’nin Meclis’te yasama çoğunluğunu kaybetmesi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalması için, kilit parti olarak görülen İYİ Parti lehine sosyal medyada üretilmiş yapay içerikler oluşturuldu.
Örneğin arama motoruna “MHP” yazınca “artık daha iyisi var” sloganı ile İYİ Parti’nin reklamları okuyucunun karşısına çıkarıldı. Benzer içerikler AK Parti’ye karşı da üretildi.
Yine Suriyeli mültecilerle ilgili üretilen yalanlar ve Deizm tartışmaları üzerinden iktidarın pratiklerine yönelik özel içerikli sosyal medya kampanyalarını da bu minvalde düşünmek gerekir.
Altını bir kez daha çizmek gerekirse, sosyal medya üzerinden üretilen bu kampanyalar, blok siyasetinin başarılı olması için stratejik oy verme davranışını ortaya çıkarmak içindi.
Bu tip kampanyalarla AK Parti’ye karşı güç birliğinde, İYİ Parti ve HDP’nin bir araya gelmesinin sorun olmayacağı algısı oluşturuldu.
Kendisini sert bir milliyetçi söylemle inşa eden bir İYİ Parti seçmeni “daha ulvi bir amaç için!” HDP ile bir arada görünmeyi sorun etmeyecekti. Bunda başarılı oldular da.
Nihayetinde Türkiye’de sosyal medya üzerinden seçim kazanılmasa da, siyasetin merkezinin zayıflatılması için sosyal medya işlevsel olarak kullanılabiliyor.
Son dönemde özellikle ABD seçimlerine atıfla “seçim kazandıran algoritma” içerikli analizlerin çoğu da bu amaca matuf olarak yapılıyor.
Özellikle Cumhur İttifakı partileri, dijital seçim kampanyası meselesine bir de bu açıdan bakmaları gerekiyor.
“Ama nasıl?” meselesi, yine başka bir yazıya kaldı.
[Türkiye, 20 Aralık 2018].