Siyaset dur durak kabul etmiyor. AK Parti hafta sonu 2. Olağanüstü Kongresi'ni toplayacak ve yeni bir genel başkan seçecek. Ardından Türkiye yeni bir başbakanla ve yeni bir hükümetle karşı karşıya kalacak. Beş gün sonra cereyan edecek bu önemli gelişmeye rağmen, AK Parti cephesinde bir durağanlık yahut bir karmaşa yok. Bir yandan Meclis'te dokunulmazlıkların kaldırılması ile ilgili süreç işliyor. Diğer yandan, partideki değişimin sağlıklı biçimde yaşanması, yeni genel başkanın ortak akılla seçilmesi için çalışmalar sürüyor. Yeni genel başkanın kim olacağı ile ilgili temayül yoklamaları yapılıyor. Bu sürecin bu şekilde ilerlemesinde partinin kurumsallaşma becerisi yatıyor. Bütün yersiz, haksız eleştirilere rağmen bu böyle. AK Parti, bu ülkedeki bütün siyasi partiler içinde en kurumsallaşmış olanı. AK Parti'nin kurumsallaşabilmesi ve olağanüstü durumlarda dahi işleyişini sürdürebilmesinde partinin kurucu lideri Erdoğan'ın büyük bir rolü var. Erdoğan'ı "otoriterlik"le ve "tek adam"lıkla itham edenlerin dönüp de kurduğu partinin işleyişine bakmaları gerekir. Eğer dikkatli bakarlarsa, partide Erdoğan'a atfedilen birçok hamlenin "ortak akıl" sonucunda ulaşılmış pratikler olduğunu göreceklerdir. Hiç kuşkusuz AK Parti'nin bu kurumsallaşmış yapısı yeni genel başkan tarafından da dikkate alınması gereken bir husus. Yetkili kurulların varlığı ve işleyişi söz konusu kurumsallaşmanın en önemli göstergesi. Aynı şeyi, Türkiye'de bir başka parti için söyleyebilir miyiz? Hatırlarsanız CHP 7 Haziran'dan önce adaylarını bir "önseçim"le belirlemişti. O vakitler, Doğan medyası başta olmak üzere birçok medya aktörü "CHP'de parti içi demokrasinin ne denli güçlü" olduğundan bahsetmişlerdi. Oysa o ön seçimler Kılıçdaroğlu'nun parti içi muhalefeti tasfiye etmek için bulduğu bir yöntemdi. Bunun için de partinin yetkili kurullarını atlatması gerekiyordu. Ve onu yaptı. Evet, AK Parti bir yandan yeni genel başkanını belirleme arifesindeyken diğer yandan Meclis'te dokunulmazlıkların kaldırılması ile ilgili bir sürece öncülük ediyor. Teröre destek veren milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusu, bugün Türkiye siyasetinin en hayati konularından biri konumunda. Nitekim TBMM bu hafta dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliği teklifi için çalışacak. PKK ve HDP dokunulmazlıkların kaldırılması ile ilgili ciddi bir endişe taşıyor. Bu endişeyi gizlemek için tehditler savuruyorlar. Şimdiden "iç savaş çağrıları" yapıyorlar. Fakat bununla sınırlı değil yaptıkları. CHP ile bir olup AK Parti'de bir gedik açmaya çalışıyorlar. Psikolojik harbin en bilindik metotlarını kullanıyorlar. İki laflarından biri "dokunulmazlıkların kaldırılmasına hayır oyu verecek AKP'liler." Güya HDP'liler "dokunulmazlıkların kaldırılmasına hayır diyecek AKP'li milletvekillerine destek" için oylamalar sırasında Meclis'te olacakmış. CHP'nin ve Kılıçdaroğlu'nun derdi ise başka. Kılıçdaroğlu kendi seçmeninden korktuğu için "evet" diyeceğini söyledi. Sonra partisinin "resmen CHP'li ama gönülce HDP'li Gezici vekilleri" itiraz etti. Kılıçdaroğlu foyası çıkmasın diye bir yandan onlara dönüp "bunları medya üzerinden konuşmayalım" ricasında bulundu. Topluma da dönüp "AKP fire verecek" propagandası yaptı. Dokunulmazlıkların kaldırılması konusu toplumda büyük bir beklenti. Ve haklı bir beklenti. Bunca olan bitene, terör olaylarına rağmen AK Parti'nin bir fire vereceği kanaatinde değilim. Eğer verilirse bu süreçte rol alan herkes tarih ve toplum önünde bedel öder.
[Sabah, 18 Mayıs 2016].