Dün sabahtan itibaren ABD’nin İran’a karşı birinci kademe yaptırımları yeniden yürürlüğe girdi. Trump yönetimi, İran’ın nükleer anlaşmayı revize etmeye yanaşmaması durumunda kasım ayında daha sert yaptırımları da içerecek ikinci bir paket için de hazırlık yapıyor.
Almanya, Fransa, Çin, Rusya, Türkiye başta olmak üzere dünya ülkelerinin büyük bir çoğunluğu bu yaptırımlardan rahatsız. Hem Tahran ile varılan nükleer anlaşmanın tehlikeye gireceğini düşünüyorlar hem de İran ile ekonomik ilişkilerinin zarar görmesinden endişe ediyorlar.
2015 yılında nükleer anlaşmanın imzalanmasının ardından İran’da yatırım yapmak için sıraya giren Avrupalı şirketler büyük bir şaşkınlık içinde. ABD’de yaşanan yönetim değişikliği sonucunda yeni gelen iktidarın “ben anlaşmadan vazgeçtim” demesiyle birlikte İran’da yaptıkları yatırımların risk altında olduğunu düşünüyorlar.
Daha önceki Amerikan yaptırımlarına uymadığı gerekçesiyle Halkbank üzerinden Washington’un ağır baskısına maruz kalan Türkiye de aynı şekilde rahatsız.
Yaptırımların birinci paketinde İran ile iş yapan şirketler finansal transferler konusunda baskı altına alınırken, ikinci pakette İran’ın petrol ve doğalgaz satışının yasaklanması ihtimali, enerji ihtiyacının bir kısmını bu ülkeden karşılayan Türkiye’yi ciddi şekilde olumsuz etkileyecektir.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan Birleşmiş Milletler Sisteminin en önemli aktörü olan ve Soğuk Savaş’ın ardından oluşan uluslararası siyasal sistemin lideri olarak görülen ABD’nin bu keyfî politikalarının gerek Çin, Almanya ve Fransa gibi küresel güçlerde gerekse Türkiye, Hindistan, Meksika ve İran gibi bölgesel güçlerde ciddi bir rahatsızlık uyandırdığına kuşku yok.
Bütün devletler, uluslararası sistemin gerek ekonomik gerekse askerî açıdan en güçlü ülkesinin kullandığı tehdit dili, imzaladığı anlaşmaları yok sayması ve yaptırım uygulayarak bütün ülkeleri dize getirmeyi hedefleyen politikası karşısında kendi güvenliklerini ve ekonomik çıkarlarını risk altında görüyorlar. Zira başta Çin, Almanya, Rusya, Türkiye, Meksika ve İran olmak üzere birçoğu daha şimdiden değişik gerekçelerle de olsa Amerikan yaptırımlarına maruz kaldılar. Bu yaptırımların daha nereye kadar uzanabileceğini de kestiremiyorlar.
Uluslararası piyasalarla bağlantısı kesilerek ekonomik istikrarı hedef alınan İran da kendisini tehdit altında hissediyor, Rusya’dan Kuzey Akım-II boru hattıyla doğalgaz satın alması engellenmeye çalışılan Almanya da.
Amerikan pazarına erişimi Dünya Ticaret Örgütü’nün kurallarına aykırı bir şekilde ek vergilerle engellenmeye çalışılan Çin firmaları da kendisini tehdit altında görüyor, İran’ın enerji ve otomotiv sektörüne yatırım yapan Avrupalı şirketler de.
Üretim ortakları arasında yer almasına rağmen F-35 savaş uçaklarını teslim almasının önüne türlü engeller konulan Türkiye de kendisini Amerikan tehdidi altında görüyor, Trump’ın sınıra inşa ettirdiği duvarın maliyetini zorla kendi üzerine yıkmak istediği Meksika da.
ABD’nin güç politikasına dayalı keyfî uygulamalarının yer aldığı bu listeyi sayfalarca uzatmak mümkün.
Peki, Washington karşısında kendilerini bu kadar güvensiz hisseden küresel ve bölgesel güçlerin, ABD’nin uluslararası siyasal ve ekonomik sistemdeki liderliğine karşı bir isyan başlatması söz konusu olabilir mi?
Böyle bir isyanın başarılı olup ABD liderliğindeki uluslararası sistemi dönüştürmesi mümkün olabilir mi?
Böyle bir isyanın başarılı olabilmesi Avrupa’nın tutumuna bağlı olacaktır. ABD ile birlikte Batı ittifakını oluşturan Avrupa ülkelerinin, Trump yönetimi ile birlikte bu ittifakın ruhuna aykırı davranan ABD’ye sırtlarını dönmeye karar vermeleri Amerika’nın liderliğine önemli darbe vuracak bir süreci başlatabilir. Washington karşısında kendisini güvensiz hisseden Avrupa ülkelerinin, örneğin BRICS ülkeleri (Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya ve Güney Afrika) ile ilişkilerini yoğunlaştırma arayışına girmesi ise bu süreci hızlandırabilir.
ABD’nin baskı politikalarına aynı şekilde maruz kalan Türkiye gibi bölgesel güçlerin de bu tür alternatif platformlara destek vereceği düşünülebilir.
Ancak Avrupa ülkelerinin, kendilerini çok rahatsız edecek adımlar atsa da ABD ile doğrudan rekabet ve çatışmayı göze almaları ne kadar mümkündür?
Uluslararası sistemin dönüşümü konusunda bir dönüm noktasında olup olmadığımız bu sorunun cevabında gizli görünüyor.
[Türkiye, 8 Ağustos 2018].