Türkiye'nin Suriye'ye müdahalesi Amerika'nın Suriye politikasının iflasını dünyaya ilan etmesini sağladı. 2014 sonbaharında Kobani'de YPG güçlerine hava desteğiyle başlayan Amerikan desteği DEAŞ'la mücadele bağlamında meşrulaştırılmıştı. Terörle mücadele stratejisini sahadaki diğer bir terör örgütünü destekleme üzerine kuran Amerikan politikası Trump yönetiminde de devam etti. Obama'nın Pentagon'a DEAŞ'ı yok etme görevi verirken Amerikan askerlerinin savaşmaması şartını koyması ayakları yere basmayan bir terörle mücadele politikası anlamına geliyordu.
YPG'yle geliştirdiği ilişkinin kalıcı olmayacağı zira bunun Türkiye tarafından kabul edilmeyeceği belli olmasına rağmen Amerikan siyasa yapımcıları bu gerçekle yüzleşmekten kaçındılar. Trump yönetiminde de devam eden bu politikanın en zayıf halkası başkanın kendisiydi. Trump Amerikan halkına Ortadoğu savaşlarından çıkma sözü verdiği için Suriye politikasına başından beri şüpheci yaklaşıyordu. Türkiye'nin tutarlı ve sürekli baskısı Amerikan politikasının iç çelişkilerini belirginleştirerek çökmesinde en önemli tetikleyici oldu.
Hem Obama hem de Trump yönetimlerinin ortak özelliği ABD'nin Irak fiyaskosundan sonra Ortadoğu'dan çıkmak isteyen ve Amerikan küresel liderliğine karşı şüpheci hale gelen Amerikan kamuoyunun beklentilerini karşılamaya çalışmak oldu. Tam da bu sebeple Amerikan halkı sistemin adaylarına karşı sistem dışından gördükleri Obama ve Trump'ı başkanlığa seçmişlerdi. Her iki başkanın da dış müdahaleden geri durdukları ve sadece kamuoyunun baskısıyla müdahalelere kerhen onay verdikleri unutulmamalı.
Obama'nın en büyük dış politika hatasının Libya müdahalesi olduğunu söylemesi ve Suriye'ye müdahaleden ısrarla kaçınmasıyla Trump'ın Afganistan, Irak ve Suriye'den çekilmek istemesini karşılaştırdığımızda ikisinin de dış müdahaleciliğe karşı derinleşen hissiyata cevap vermeye çalıştıklarını görüyoruz. Ancak bu hissiyat terörle mücadele konusunda daha farklı tezahür etti. Teröristlerle savaş çok daha kolay meşrulaştırılabilen bir önerim olduğu için her iki başkan da DEAŞ'la mücadelede güçlü görünmeye çalıştılar.
Obama 2014'te DEAŞ'ın Musul'u ele geçirmesi ve Amerikan gazetecilerini kameralar önünde katletmesi sonrasında yükselen kamuoyu baskısına "sahadaki partnerlere" destek politikasıyla cevap vermişti. Trump da DEAŞ tehdidini abartılı biçimde kullanarak terörle en iyi kendinin mücadele edebileceğini söyleyerek başkan seçilmişti. Trump Pentagonun bu konuda her istediğini vererek DEAŞ'la mücadeledeki kazanımları kendi iç siyasi amaçları için kullanmıştı.
Her iki başkanın da iç politikaya yönelik olarak geliştirdikleri Suriye politikası haliyle sahadaki gerçekleri yansıtmadığı gibi ciddi bir dış politika meselesi olarak değerlendirilmedi. Türkiye'nin defalarca uyarmasına ve farklı önerilerle gelmesine rağmen DEAŞ'la mücadele söylemi alternatif politika geliştirmenin ve Türkiye gibi bir NATO müttefikiyle iş birliğinin önüne geçti. Türkiye için varoluşsal tehdit gördüğü YPG'yi Amerika'nın asli müttefiki görmeye başlayan algı Suriye politikasının büyük oranda Amerikan iç politikasına endekslenmesinin bir sonucuydu.
Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyine müdahalesi sonrasında Amerikan kamuoyundaki tartışmalara bakıldığında bir yandan konunun Trump'ın azil süreci bağlamında bir yandan da ABD'nin Kürtlere ihaneti olarak tartışıldığını gördük. Başkanlık seçimine yaklaşırken bu tür dar iç politika çekişmelerine mahkûm olan tartışmanın gözlerden kaçırdığı nokta ABD'nin Suriye'de ciddi bir stratejisinin olmadığıydı. Terörle mücadele adı altında bir terör örgütüne yatırım yapan ancak stratejik hedefi belli olmayan politikanın iflas ettiği ve bunun kaçınılmaz olduğu göz ardı edilmeye devam ediliyor.
Trump karşıtlığının Suriye'ye müdahalesi dolayısıyla Türkiye'ye karşı kamuoyu kampanyasına dönüştüğünü görüyoruz. Türkiye'yle yapılan anlaşmanın uygulama aşamasında başarılı olması bu baskıyı düşürecektir ancak ABD'nin ciddi bir Suriye politikası oluşturmak istemediği açık. Bu sebeple de önümüzdeki dönemde Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni krizler beklemek daha gerçekçi olacaktır. ABD'nin dış politika yapımında geldiği kafası karışık, stratejik perspektiften yoksun ve son derece istikrarsız nokta önümüzdeki dönemde hem Türkiye hem de diğer müttefiklerle derin krizler yaşamasının garantisi olacak gibi görünüyor.
[Sabah, 21 Ekim 2019].