ABD başkanlık seçimlerine 72 saatten az bir zaman kaldı. 5 Kasım günü 47.başkanını seçmeye hazırlanan Amerikalılar önümüzdeki 4 yıl boyunca yalnızca Birleşik Devletleri kimin yöneteceğini seçmekle kalmayacak aynı zamanda uluslararası ölçekte de pek çok konuda da etkili olacak bir figürü Beyaz Saray'a taşıyacak. Yeni başkanın uluslararası siyasetin ve ekonominin yanı sıra ticaret, enerji piyasaları ve iklim değişikliği ile mücadele çalışmalarının da aralarında bulunduğu pek çok konunun gidişatını önemli ölçüde etkilemesi sürpriz olmaz. 3.yılına girmesine az bir süre kalan Rusya-Ukrayna Savaşı, 1 seneyi geride bırakan İsrail'in Filistin'deki insanlık dışı eylemleri ve Lübnan'da yeni açtığı cephe uluslararası siyasetin gündemindeki en önemli meseleler. Oldukça önem arz eden bir diğer mesele ise enerji piyasalarının geleceği. Zira ülkeler varlıklarını sürdürebilmek için, günümüzde her zamankinden de fazla, enerjiye ihtiyaç duyuyorlar.
ABD çok uzun bir süredir dünyanın en fazla enerji tüketen ülkesi konumunda. Ülke, tükettiği enerji kaynaklarının hatırı sayılır bir kısmını kendisi üretebilirken artan talep ve azalan rezervleri nedeniyle ithal enerji kaynaklarına giderek daha bağımlı bir hale gelmişti. 1973 Petrol Krizi petrol ihracatçısı ABD'nin kendi arz güvenliğini her şeyden fazla gözettiği bir durum ortaya çıkarmış ve yaklaşık 40 yıl sürecek bir ihracat yasağını beraberinde getirmişti. Bunu yaparken enerji üreticisi diğer pek çok ülkeyle olan ilişkilerini de doğrudan ya da dolaylı olarak müdahil olduğu çeşitli yöntemlerle şekillendirerek petrol fiyatlarını ve enerji arzını dengede tutma mücadelesi vermişti. Ancak bu çabaları ulusal güvenlik stratejilerinde en büyük tehditlerden biri olarak nitelendirilen Rusya'nın enerji kaynaklarına çok sayıda müttefikinin bağımlı hale gelmesine engel olamadı. Atlantik ittifakının diğer yakasında ülkeler Rus petrolü, gazı ve kömürüne bağımlı hale geldiler. 2000'lerin ikinci 10 yılına girdiğinde ise ülke büyük bir değişimin eşiğine geldi; şeyl (kaya) petrolü üretimini yeni teknolojik yöntemlerin yardımıyla kelimenin tam anlamıyla bir devrime dönüştürdü.
Cumhuriyetçi Başkan George W. Bush döneminde başlayan süreç ardından gelen demokrat Barack Obama'nın görevde olduğu 2 dönemde ABD'yi yeniden petrol ve doğal gazda en büyük üreticilerden biri haline getirdi. Obama Paris İklim Anlaşması'nın imzalanmasında en fazla emek veren figürlerden biri olmasına karşılık ülkesinin enerji bağımsızlığı için fosil yakıt üretiminin artırılmasında da kolaylaştırıcı bir rol oynadı. ABD en fazla doğal gaz üreten ülkeler arasında ilk sıraya yerleştiğinde Beyaz Saray'da Obama vardı. Yine Obama döneminde çıkarılan bir başkanlık kararnamesi ile ABD yeniden petrol ihraç etmeye başladı. Ürettiği petrolü iç piyasadaki devasa talebi karşılamak için kullanmanın yanı sıra büyük ölçüde rafine edilmiş ürün şeklinde satarak müttefiklerinin petrol talebinde de arz eden ülke rolü üstlendi.
Ardından gelen Donald Trump henüz seçim kampanyası esnasında Amerika'nın "enerji bağımsızlığı" için çalışmayı vaat etmişti. Göreve gelmesinin ardından seleflerinden farklı bir yol izleyen Trump ülkesinin yumuşak gücüne, bilhassa ticari ilişkilerine daha fazla önem verdi. Enerji ticaretine ise her zamankinden daha fazla odaklanarak diplomasinin farklı bir türünü öne çıkardı; "LNG diplomasisi". Ukrayna ile Rusya arasındaki gergin ilişkiler dolayısıyla Kremlin yönetiminin enerji kaynaklarına olan bağımlılığını azaltmaya çalışan Avrupa ülkeleri Trump'ın LNG diplomasisinde ilk durakları arasındaydı. Bilhassa Rus Gazprom'un en büyük pazarı olan Almanya ABD'nin sıvılaştırılmış doğal gazını alması için Trump'ın ciddi baskılarına maruz kaldı. Rus gazının Almanya ve Avrupa'daki varlığını artıracak olan Kuzey Akım2 Doğal Gaz Boru Hattı'nı engellemek için çeşitli yaptırım paketlerini de devreye sokmaktan çekinmeyen Trump benzer şekilde İran'a uyguladığı petrol ambargosuyla da bir yandan İran'ı zayıflatmaya çalışırken diğer yandan petrol piyasasındaki etkinliğini pekiştirmeye çalıştı. Aynı dönemde Gazprom'un en büyük pazarlarından bir diğeri olan Türkiye ise arz güvenliğini artırmak adına ABD'den LNG ithal etmeye başlamasının ardından kısa sürede Avrupa'da en fazla Amerikan gazı alan ülke haline geldi.
2022 Şubat ayında başlayan Ukrayna Savaşı doğal gaz piyasasında dengelerin ABD lehine değişmesine yol açtı. Her fırsatta Rus gazından uzaklaşma yönünde karar alan ancak bu kararını uygulayamayan AB'nin aksine Kremlin'in Ukrayna'ya verdikleri destek gerekçesiyle AB üyesi ülkelere doğal gaz akışını kesmesi Avrupa ülkelerinin zaruri olarak yeni kaynak arayışına yol açmıştı. Bugün Avrupa ülkelerinin Rusya'dan ithal ettiği gaz miktarı 2021 yılına kıyasla 3'te 1'in de altına gerilemiş durumda. Buna karşılık Amerika'dan ithal edilen LNG ise önemli ölçüde arttı. Savaşın başlamasından önce 2021 yılında AB'nin ithal ettiği Amerikan LNG'si yaklaşık 19 milyar metreküp iken 2022 yılında 50 milyar metreküpü, 2023 yılında ise 56 milyar metreküpü aştı. ABD'nin şu anki pazar payını koruması ise gaz endüstrisinin geleceğiyle yakından ilgili. Önümüzdeki 10 yıl içinde dünya genelinde devreye alınması planlanan LNG sıvılaştırma kapasitesinin büyük bir kısmının ABD'den gelmesi planlanıyor, projelerin öngörülen şekilde tamamlanması halinde ABD'nin en büyük LNG ihracatçısı unvanını koruması mümkün görünüyor. Ancak projelerin tamamlanmaması ihtimali de söz konusu. Bu ihtimal henüz yılın ilk ayında iklim savunucularının baskılarıyla karşılaşan Biden'ın inşa edilmesi planlanan projelerin izin süreçlerini askıya alması ile ortaya çıkmıştı. Trump'ın Paris İklim Anlaşması'ndan çektiği ülkesini Anlaşmaya yeniden taraf yapan Biden'ın fosil yakıtların geleceği konusunda Trump'dan farklı düşündüğü şüphesiz. Buna karşılık yine Biden döneminde ABD'nin petrol ve doğal gaz üretimini artırarak devam ettirdiğini ve ABD'nin tarihinde ilk kez 13 milyon varil/gün üretim sınırını yine Biden döneminde aştığını belirtmek gerek. İçeride artan akaryakıt fiyatlarının halkta yarattığı rahatsızlığa pek çok selefi gibi kayıtsız kalamayan Biden'ın yine görevi süresince yeni sahalarda petrol ve doğal gaz arama izninin çıktığını da vurgulamak gerek. Bu durumda söylem ve eylemleri birbiriyle çelişen Biden'ın piyasalar için de Trump'a kıyasla daha az öngörülebilir bir figür olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Gözler artık Harris'e çevrilmiş durumda. Biden'ın yerine demokrat partinin adayı olan Kamala Harris iklim değişikliği ile mücadele çabalarına verdiği destekle biliniyor. Kampanya süresince yenilenebilir enerjinin ve enerji dönüşümünde bu kaynakların önemini vurgulayan Harris seçime günler kala göreve gelmesi halinde fosil yakıt üretiminin azaltılması gibi bir hedefinin olmadığı şeklinde açıklamalar yapmaya başladı. Her halükârda Trump'ın başkanlık görevini devraldığı Amerika'da petrol ve doğal gazın uzunca bir süre daha enerji piyasasını domine etmesi ve küresel piyasalardaki etkisinin artırılması çabalarının sürdürülmesi bekleniyor. Harris'in devralacağı başkanlık ise ABD'nin fosil yakıt üretiminde ve ihracatındaki liderliğinin öngörülemediği bir duruma işaret ediyor. Bu da önce Amerika'nın kendi iç piyasasında ardından küresel piyasalarda daha değişken bir fiyat tablosunu ve beraberinde arz tarafında riskli bir durumu kaçınılmaz kılıyor. Bekleyip göreceğiz…
[Sabah Perspektif, 2 Kasım 2024]