24 Haziran seçimleri yaklaşırken CHP öncülüğündeki ittifakın sosyolojik zeminindeki ayrışma ya da kırılganlık gün geçtikçe daha fazla görünür oluyor. Partilerin genel politikaları ve yaklaşımları açısından bir karşılaştırma yapıldığında CHP ile SP arasında, SP ile İP arasında ve CHP ile İP arasında derin ayrılıkların olduğu vurgulanabilir. Şimdilik tüm bu ayrışmalar ve çatlaklar, Erdoğan karşıtlığı ile tedavi edilmeye çalışılsa da aslında Türkiye’yi yönetmeye talip olması gereken bu partilerin ülkeyi nasıl bir belirsizliğe doğru taşımaya çalıştıklarını gösteriyor.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Saadet Partisi (SP), İyi Parti (İP) ve Demokrat Parti (DP) arasında “Millet İttifakı” adıyla kurulan işbirliğinin temelinde iki gerekçe var. Birincisi parlamento yani milletvekili seçimlerine tek çatı altında girerek hem baraj sorununu ortadan kaldırmak hem de AK Parti’den olabildiğince fazla oy alarak onu TBMM’de sahip olduğu sayısal üstünlükten uzaklaştırmak. Bu kapsamda Saadet Partisi’ne yakın altı isim CHP listelerinden milletvekili adayı gösterildi.
CHP öncülüğündeki partilerin diğer hedefi ise Cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci tura bırakmak için seçmen kitlelerini kendi adayları etrafında toparlamak. Bu yüzden her parti Cumhurbaşkanı adayını kamuoyuna açıkladı. Şimdi herkes kendi mahallesini tutmak için çalışıyor. Bu tablo içinde SP’ye biçilen misyon muhafazakar ve dindar kesimlerden AK Parti’ye giden oy akışında az da olsa kesinti yapabilmesi. CHP ve İP radikal muhalefet ile sol seküler kesimleri ve MHP’den uzaklaşan ulusalcı tabanı konsolide etmeye uğraşıyor. DP’nin herhangi bir oy potansiyeli olmadığı dikkate alınırsa ittifakta yer almasının arkasında salt isminin sahip olduğu tarihsel anlam dışında bir neden yok gibi. Ayrıca 1950-1960 arasında DP ile CHP arasında yaşanan gergin süreç hatırlandığında iki partinin aynı çatı altında buluşmasının doğasına bile bir soru işareti koymak gerekir.
Bununla birlikte ittifakı oluşturan dört partinin ideolojileri, parti programları, dış politika hedefleri ve toplumsal tabanları açısından oldukça farklı dinamiklere yaslanıyor olmaları kamuoyunda “dört benzemezler” ifadesiyle bir tanımlama yapılmasına neden oldu. Bu benzemezliklerin içeriği parti yönetimleri tarafından en azından seçime kadar üstlerinin örtülebilmeye çalışılması şu ana kadar başarılı olamamış görünüyor. Çünkü sokağa yansıyan bazı tepkiler bireysel gibi görünse de aslında partilerin temel farklılıklarına işaret edecek verilere sahip.
CHP ve İP
CHP ve İP arasındaki çelişkilerin başında bir tarafta MHP’den daha ulusalcı olduğunu iddia ederek kamuoyunun karşısına çıkan İP ile içinde PKK ve HDP’ye sempati ile bakan isimleri de barındıran CHP arasında olduğunu söylemek mümkündür. İP genel olarak PKK ve HDP konusunda daha sert açıklamalar yaparken nedense CHP içindeki bazı isimlerin PKK ve HDP bağlamındaki yaklaşımlarını görmezden gelmeyi tercih ediyor. 23 Nisan kutlamaları için Taksim anıtına çelenk bırakan CHP heyetindeki Sezgin Tanrıkulu’na bir CHP’li vatandaşın tepkisini burada hatırlamak gerekir. CHP üyesi olduğunu söyleyen vatandaş Sezgin Tanrıkulu’nun yanına giderek “CHP’de hiçbir suretle PKK’yı destekleyen milletvekilleri istemiyoruz. Biz Atatürkçü CHP’liler istiyoruz. PKK’yı savunan vekilleri partide istemiyoruz” ifadeleriyle protesto etmişti. Vatandaşın bu tepkisine neden olan atmosferin oluşmasında kuşkusuz Tanrıkulu’nun daha önce PKK ile mücadelede kullanılan SİHA’ları eleştirmesi ve aralarında Tuncay Özkan, Öztürk Yılmaz gibi CHP’li vekillerin Selahattin Demirtaş’ı hapisteki odasında ziyaret etmesi gibi faktörler sayılabilir.Bu silsileye CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin de Demirtaş’ı ziyaret etmesini eklemek gerekir. CHP’li bazı vekillerin bu yönde bir tutum içinde olmasının arkasında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalabileceği hesabı var. Şartlar bu yönde gelişirse HDP’ye oy veren seçmenin desteğini almayı planladıkları için Demirtaş adı üzerinden Kürt seçmeni ikna edebileceklerini düşünüyorlar. Akşener de muhtemelen yine aynı nedenden dolayı normal şartlarda tepki göstermesi beklenen bazı konularda sessiz kalmayı tercih ediyor veya o da İnce gibi Demirtaş’ın serbest bırakılmasını istiyor.
SP ve CHP
CHP ve SP arasındaki ilkesel çelişkiler kamuoyunda daha fazla öne çıkıyor. İki parti arasında başta toplumsal tabanlar olmak üzere dış politikadan tarih algısına ve yaşam biçiminden dindarların tercihlerine kadar pek çok konuda büyük farklılıklar var. İki partinin varoluşsal farklılıklarına CHP’nin FETÖ konusundaki muğlak yaklaşımının eklenmesi tabanlar açısından meseleyi daha çetrefilli bir hale sokmuş durumda. CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ısrarla 15 Temmuz konusundaki toplumsal mutabakatı sarsacak açıklamalar yapmayı sürdürüyor ve terörle mücadelenin kuvvetlenmesi için 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL’in tarihini esas darbe tarihi olarak ileri sürüyor. FETÖ tarafından batı medyasında işlenen bu yaklaşımı sık sık tekrar ediyor. Böylece FETÖ üyelerinin yurtdışında yaptığı “tiyatro” açıklamaları Türkiye’nin gündemine taşıyarak FETÖ ile mücadele konusunda negatif bir atmosfer oluşturuyor. Saadet Partisi’nin CHP ile ittifakı diğer nedenlere ilave olarak bu noktada da dindar ve muhafazakar kesimlerde bir şaşkınlık oluşturmuş durumda. Bu şaşkınlığın tepkiye dönüşmüş hali ise 11 Mayıs’ta İstanbul-Fatih’te Karamollaoğlu’nun Fatih Sultan Mehmet Han’ın türbesini ziyaret ederek seçim çalışmalarını başlattığı esnada yaşandı. 15 Temmuz’da FETÖ üyelerinin saldırılarında şehit düşen İbrahim Yılmaz’ın eşi Esma Yılmaz “Benim kocam 15 Temmuz’da şehit oldu. 15 Temmuz’a tiyatro diyenlerle bir arada olmak size yakışmıyor” diyerek SP genel başkanına CHP ittifakı konusunda tepkisini dile getirdi. Esma Yılmaz’ın eleştirisi karşısında SP Genel Başkanının aşırı derecede öfkelenmesi, bir ara iki yumruğunu sıkarak havaya kaldırması ve meseleyi AK Parti ile açıklamaya çalışması aslında Saadet Partisi’nin yaşadığı kafa karışıklığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Olayın sosyal medyada paylaşılmasından sonra şehit eşi Esma Yılmaz aleyhine bazı SP’liler tarafından yapılan yorumlarda hiçbir ahlaki sınırın gözetilmeyerek şehit eşi ile 28 Şubat’ın Fadime Şahin’i arasında benzetme yapılması SP ile siyaset yaptığı toplumsal zemin arasında bir kırılma noktası olarak yorumlanabilir.
Arşivlerin açıkça gösterdiğine göre Fadime Şahin 28 Şubat’ın figüranları arasındaydı ve dönemin CHP’si de darbeyi aşkla destekliyordu. Bırakalım 1997’yi CHP genel başkanına bugün bile sorulsa 28 Şubat darbesinin lehine bir tutuma sahip olduğu görülebilir. Bu yüzden SP yönetimi 28 Şubat’ın aktörleri ile iş tutarken bazı partililerin 15 Temmuz şehidinin eşine 28 Şubat’ın figüranı Fadime Şahin benzetmesi yapması akla ziyandır.
SP genel başkanı Karamollaoğlu’nun ilk bireysel tepki karşısında bu kadar öfkelenmesinin arkasında aslında CHP ile kurulan ittifakın psikolojik olarak ürettiği gerilim aranabilir. Bu tepkinin İstanbul’un dindar ve muhafazakar kimliği ile bilinen ilçesi Fatih’te gerçekleşmiş olmasını da SP’lilerin ayrıca değerlendirmesi gerekir. Beşiktaş’a, Kadıköy’e açılayım derken evdeki bulgurdan bile olabilir SP yönetimi…
CHP’li siyasi aktörlerin AK Parti ve Erdoğan eleştirileri geçmişe doğru irdelendiğinde eleştirilerin genellikle dindarların hayatını kolaylaştıracak düzenlemelerin yapıldığı dönemlerde geldiği görülmektedir. Başörtüsünün üniversitede ve kamuda serbest bırakılması ve İmam Hatip Lisesi öğrencilerine fırsat eşitliği sağlayan uygulamaların nerdeyse tamamı CHP tarafından Anayasa mahkemesine götürülmüştü. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür. Dolayısıyla AK Parti’yi özellikle dini bağlamdan hareketle eleştiren CHP’nin kendisini AK Parti’den daha dindar gören SP ile işbirliği yapması muhalefetin tutarsızlığını göstermesi açısından bir örnektir. Buraya SP’liler tarafından AK Parti’ye yapılan eleştirilerde dini konulara önem verilmiyor bahsinin ön sıralarda olduğunu da eklemek gerekir. Yani neresinden bakarsan tutarsız ve salt çıkara indirgenmiş bir durum var ortada.
SP ve İP
İttifakın iki üyesi İP ve SP arasındaki temel yaklaşım farklılıklarından birine değinmek gerekirse özellikle batı merkezli küresel kuruluşlar ilk akla gelenler oluyor. SP’nin en başından beri NATO konusundaki karşıt yaklaşımı kamuoyunun malumu. Akşener ise partisini ilan ettiğinde NATO konusunda çok farklı bir tutum benimsemişti. İP’nin Parti programında NATO bağlamında yer alan kısmın uzunluğu ve ifadelerin içeriği İP’nin NATO konusunda sıra dışı pozitif bir yaklaşıma sahip olduğunu gösteriyor.
Örnekleri çoğaltmak mümkün olmakla birlikte dört parti arasındaki çelişkilerin sadece bir kaçı bile bu partilerin neden birbirlerine benzemediğini ve aslında benzeyemeyeceğini somut şekilde gösteriyor. İttifak üyeleri arasındaki çıkar birlikteliğinin merkezinde Erdoğan karşıtlığı olduğu kesin. Fakat bu bir vaat değil. Bir program değil. Öfke üzerine kurgulanmış bir senaryo. Yıkımı öneriyor. Birlikte neyi yapacaklarına dair tek bir ortak önerileri yok. Mesela FETÖ ile nasıl mücadele edilecek ve bu mücadele esnasında batılı ülkeler mevcut tutumlarında ısrar ederlerse ne yapacakları konusunda bir öneri yok. Dindarların temel hakları konusunda nasıl bir yol haritası takip edileceği konusunda yol haritası yok. Ekonominin nasıl daha iyi hale getirileceği konusundaki “Erdoğan gidince dolar zaten düşecek” türünden komik bir yaklaşım ise evlere şenlik. Dolayısıyla dört partinin böylesine keskin ideolojik farklılıklarına rağmen seçmenin önüne koyabileceği gerçekçi başka bir projeden bahsetmek henüz mümkün değil. Hepsi de benden sonrası tufan anlayışı ile yola çıkmış durumda. Türkiye bunu hak etmiyor.
[Star Açık Görüş, 26 Mayıs 2018].