Bir köşeye sığınmış ağlarken, omzuma dokunan elle irkildim. Bulanmış gözlerimi araladığımda, orta yaşlarda, narin, kumral bir kadının bana kaygıyla bakan yüzüyle karşılaştım.
-Niçin ağlıyorsun kızım, ne oldu?, diye sordu.
Ben hıçkırmaktan cevap veremezken, o sormaya devam ediyordu.
-Neden içerde değilsin, tören başlamıyor mu?
İçerden coşkulu sesler yükselirken, üzerimdeki cüppe ve başımdaki keple, stadın dışında neden ağladığıma anlam verememişti.
-Beni törenden çıkardılar, diyebildim.
Hala anlayamamıştı.
-Neden?, diye sordu.
-Başörtüm...
Yutkunduğunu fark ettim o an. Sırtımı okşayıp “ağlama, tamam” diyebildi sadece. Hızlıca sıvazlamasından, acelesi olduğu belliydi. Utanarak, kızının içerde olduğunu ve yetişmesi gerektiğini söyleyip uzaklaştı.
O, kızını izlemek için telaşla stada girerken, aynı gururdan mahrum bırakılan babam ise, çıkmış ve beni arıyordu.
Mavi gözlerinde rastlanması nadir yaşlarla, bana doğru seri adımlarla o gelişi... Rahmetli babamın, zihnime kazınan görüntülerindendir. Bugün hala içimde kalan sızı ise, o gün kendimden ziyade, ona yaşatılan acıdır.
Bu küçük anıyı anlatırken, dönemin onca mağduru karşısında mahcubum aslında. Zira ben nispeten şanslıydım. Nihayetinde, bazı bölümlerinde sorunlar olsa da, dönemin en özgürlükçü üniversitesinde öğrenciydim ve lisans eğitimimi, inancıma müdahale görmeden tamamlayabilmiştim.
İşte bu yüzden de, o gün fakültemin diploma töreninden atılacağım aklıma gelmemiş ve her genç gibi, ailemin o gururu yaşamasını istemiştim. İzleyiciler arasında bir asker velinin olacağını ve kendisine hürmeten oradan uzaklaştırılacağımı bilemezdim.
Ancak dedim ya, ben nispeten şanslıydım. Sonuçta diplomamı almaya hak kazanmış, hatta akabinde aynı üniversitede yüksek lisansımı da tamamlamıştım. Evet; o dönem ve sonrasında, toplumdaki bilumum zulümden bolca da nasibimi aldım, unutamam. Fakat paha biçilmez eğitim hakkım bende mahfuz kalmıştı.
Peki ya, yıllar boyunca eğitim hakları, kariyer hakları, inanç hakları, hayatları çiğnenen onca insan? Bu yazıyı, onlar için kaleme alıyorum. Memlekette bir nesil insanın ve özellikle de kadının, nasıl hırpalandığını, bir de bu köşeden hatırlatmak için...
Aşağılanan, kovulan, direnen, haykıran, yorulan, vazgeçen, acı çeken, hastalanan, hayatı alt üst olan on binlerce, yüz binlerce kadın.
Hadleri önce çizilen, sonra da bildirilen...
Yaşadıkları travmayı, belki bir ömür unutamayacak kadınlarımız... Ülkenin, gelişime, insan kaynağına aç olduğu devirlerde, bir köşeye fırlatılan beşeri sermayemiz... O günün ve geleceğin mühendisleri, yazarları, öğretmenleri, akademisyenleri, hâkimleri, hekimleri, gazetecileri, anneleri, pırıl pırıl zekâları. Elbette sadece kadınlarımız değil, o gün zulüm gören. Ancak onların yaşadığı, kıyaslanamayacak boyutlarıyla bambaşka ağır.
Bugün toplumun hak ettiği özgürlükler için savaşıyoruz. Kadına değer verilmesi için var gücümüzle haykırıyoruz. Kız çocuklarımızın eğitimini, kadınımızın işgücündeki yerini konuşuyoruz. Daha iyisi, daha fazlası için mücadele veriyoruz. Oysa bugünlere, bu en temel hakları talep eden ağızların kaba kuvvetle susturulduğu günlerden geldik.
Türkiye, ne günlerden geçti. Ne acılarla, ne emeklerle, ne zor kendine geldi...
Ben; bir 28 Şubat genci olarak,
Bir İmam-Hatipli olarak,
Anne-babası ağlatılmış bir evlat olarak,
Beresiyle dahi kampüse alınmamış kızın kardeşi olarak,
Taktığı peruk nedeniyle sınavları sayılmamış kızın kuzeni olarak,
İnancı disipline taşınıp okuldan atılmış kızın arkadaşı olarak,
Hemcinslerine çalışma hayatı yasaklanmış bir kadın olarak,
Ve Meclisi’nden vekili kovulmuş bir vatandaş olarak, ülkeme o kış günü sürülen kara lekenin acısını hissetmeye, ömrümce devam edeceğim.
Zira bazı acılar vardır; unutulmaz, unutulamaz... Unutulmamalı da!
Yarın 28 Şubat.
Bugünkü yazımı kaleme almak için oturduğumda, 28 Şubat ile başlayıp 2001 Krizi’ne giden ve şahsen “post-modern finansal darbe” olarak tanımladığım süreci anlatmayı amaçlıyordum. Ekonomimize o tarihi faturanın nasıl çıkarıldığından bahsedecekken, bir an için, insanımıza kesilen faturanın daha da ağır olduğunu düşünerek bambaşka bir akışla çıkmış oldum karşınıza.
Nitekim Türkiye’nin yeni nesillerine; bugünlere kolay gelinmediğini anlatmak gerek. Bugün özellikle kadınlarımız için hala etkileri silinmeyen, silinmesi belki de on yıllar alacak o zulmün tahayyülüne bile tahammülün, zor olduğunu hissettirmek... İnsana ve vatana değer vermeyi, mesuliyetin çok büyük olduğunu öğretmek...
Ülkemize, ekonomimize ve de en önemlisi, insanımıza yapılan darbenin 18. yıldönümünde birçok platform, bunu ne mutlu ki yapıyor. Ben de bugün bu seslere, köşemden, küçük bir hatırayla katkı vermek istedim.
Türkiye’mizin yeni nesillerinin, ne iç ne de dış darbelerle ezilmemesi, hakkaniyetli olması ve demokrasiyi muhafaza ederek daha ilerilere taşıması temennisiyle;
28 Şubat kadınlarına ithaf ederim.
[Yeni Şafak, 27 Şubat 2015]