Türkiye başka ülkelerin belki de 10-15 yılda yaşayacağı siyasal ve toplumsal gelişmeleri bir-iki yıl gibi sıkıştırılmış bir zaman dilimi içerisinde tecrübe etti. Gezi olaylarından 17-25 Aralık girişimine; hendek siyasetinden Fırat Kalkanı operasyonuna; hükümet sistemi değişikliğinden 15 Temmuz’a… Hatta, bu kısa süre içerisinde Türkiye’de vatandaşlar bazı ülkelerde yaşayanların hiçbir zaman görmeyeceği birçok olaya şahitlik etmek durumunda kalmışlardır. Nihayetinde, dünya genelinde her gün bir ülkede önce emniyet ve yargı darbesi, bu girişim başarısız olduğu için ülkenin kendi ordusuna sızmış hain bir çetenin işgal girişimi yaşanmamaktadır. Bütün bu gelişmeler hesaba katıldığında, hemen herkes Türkiye’de siyasetin gündeminin artık biraz daha durulmasını temenni edebilir. Ancak, 2019 Türkiye için seçim yılıdır ve yaz döneminde bile Türkiye’de siyaset hız kesmemiştir. Dolayısıyla, Türkiye’de bu temenninin kısa sürede karşılık bulması biraz zor görünmektedir.
2019 yılında Türkiye’de üç seçimin yapılacak olması nedeniyle siyasal partiler şimdiden kendilerini 2019’a hazırlamaya başlamıştır. Bu geçiş sürecinde söylem, strateji ve politika belirleme çabası ve siyaset arayışına girmişlerdir.
YENİ DİNAMİKLER
Doğal olarak, bu söylem ve stratejilerin başarılı olması, siyasal partilerin yeni dönemin (en azından 2019 seçimine kadar geçecek süre) hâkim kodlarını ve dinamiklerini yakalamalarına ve uyum sağlamalarına bağlıdır.
Türkiye’de yakın geçmişte yaşanan onca olay içerisinde ikisi çok büyük önem arz etmektedir. Bunlar, 15 Temmuz darbe girişimi ve 16 Nisan referandumunda kabul edilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiştir. Bu siyasal gelişmelerin önemi, 2019 seçimlerine giderken yeni dönemde siyasetin kodlarını ve şartlarını belirliyor olmasından kaynaklanmaktadır.
15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte “yerli ve milli siyaset tarzı” yeni dönemde siyasete hâkim olan kodlardan biri haline gelmiştir. Elbette, küresel ve bölgesel düzeyde yaşanan kaos ve çatışmalar ile ülkemize yönelik terör saldırıları yerli ve milli siyaset tarzının kendisini tahkim etmesine katkı sağlamıştır. Yenikapı ruhuyla filizlenen ve milletin çıkarlarını ve Türkiye’nin menfaatlerini koruma-kollama olarak çerçevelenen yerli ve milli siyaset tarzı, yeni dönemde siyasal partilerin uyum sağlaması gereken kodlardan biridir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ise, yürütme gücünü elde etmek için milletin yüzde 50+1’inin teveccühünü alma zorunluluğu ile “işbirliği ve ittifak” olgusunu siyasetin merkezine yerleştirmektedir. Başka bir deyişle, yeni dönemde siyaseti şekillendirecek kodlardan biri partiler arası işbirliği ve ittifak arayışlarıdır. Bu bağlamda, yeni dönemde siyasal partiler kuşatıcı olmak ve daha fazla seçmenin gönlüne girmek zorundadır. Milletle temas edebilecek adaylar bulmalıdır. Cumhurbaşkanlığı seçiminde farklı toplumsal kesimleri ve onların beklentilerini konsolide edebilecek bir aday belirlemeli ve seçmen nezdinde ittifak üretecek bir söylem ve strateji ile hareket etmelidir.
PARTİLERİN UYUM KAPASİTELERİ
Bu noktada, siyasal partilerin siyasetin bu yeni şartlarına uyum kapasitelerinin farklı düzeylerde olduğunu belirtmek gerekir. Siyasetin yeni kodlarına uyum sürecinde AK Parti’nin diğer partilere nazaran avantajlara sahip olduğunu söyleyebilmek mümkündür. AK Parti’nin ontolojik olarak değişime açık olması ve reform talebini kendi içinden yükseltebilmesi; iktidardayken kendisinin muhalefeti gibi davranıp, Erdoğan liderliğinde özeleştiri yapabilmesi; 3. Olağanüstü Kongre’den başlayarak, sırasıyla MKYK, Bakanlar Kurulu, teşkilatlar ve yerel yönetimlerde yenilenme sürecini başlatması; Cumhurbaşkanlığı seçimi için şimdiden ve tartışmasız bir şekilde adayının belli olması genel olarak yeni dönemin şartlarına uyum açısından AK Parti’nin avantajları listesinde belirtilebilir.
Daha özelde, “yerli ve milli siyaset” tarzı açısından bakıldığında, AK Parti’nin bu siyaset tarzının bayraktarlığını yaptığı görülmektedir. MHP ise, son dönemde yaşananları devletin bekası meselesi olarak görmüş ve AK Parti ile bir söylemsel işbirliği içerisine girmiştir. Buna karşın, CHP’nin yerli ve milli siyaset tarzını benimsemekten uzak olduğunu iddia etmek mümkündür. Bunun en somut yansımalarından biri, Kılıçdaroğlu’nun Alman dergisi Focus’a verdiği röportajda karşımıza çıkmıştır. Kılıçdaroğlu, ülkesini Almanya’ya şikâyet eden ve Türkiye’de can ve mal güvenliği olmadığı gerekçesiyle Alman turistlere gelmemeleri yönünde çağrıda bulunan ana muhalefet partisi lideri pozisyonuna düşmüştür. Zaten bu işlere teşne olan Almanya’dan çağrıya cevap gelmiş ve Merkel Türkiye’nin sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetten ibaret olmadığını ve anayasa referandumuna hayır diyenlerin kendilerinden beklentisi olduğunu ifade etmiştir. Veya CHP 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ve stratejilerini tartışacağı bir programı Türkiye karşıtlığı ile bilinen SPD’nin genel merkezinde yapacağını açıkça duyurmuş ve uluslararası destekle seçim stratejisi belirlemeye soyunmuştur. Son olarak, SİHA’ların sivilleri öldürdüğü iddiası ile Türkiye’nin terörle mücadelesine gölge düşürmeye çalışmıştır. Sayısı çok rahat bir şekilde artırılabilecek bu örnekler, CHP’nin yeni dönem siyasetin hâkim kodlarından birini yakalayamadığını göstermektedir.
Diğer hâkim işbirliği ve ittifak arayışları açısından bakıldığında AK Parti ve MHP’nin devletin bekası temelinde bir işbirliği içerisinde olduğu görülmektedir. Bu işbirliği açısından en önemli mesele, her iki partinin de onuruna ve çıkarına halel getirmeden dengeli bir şekilde işbirliğinin seçimlere kadar sürdürülebilmesidir. Seçim dönemi yaklaştıkça MHP içi muhalefetin parti yönetimine yönelttiği eleştirilerin tonu sertleşebileceği gibi bölgede yaşanan gelişmeler bağlamında her iki partinin dış politikada farklı pozisyonlar alma olasılığı bulunmaktadır. Bu dinamikler iki parti arasındaki işbirliğini sürdürülebilir kılmayı zorlaştırabilir.
KİM İÇİN ADALET?
İşbirliği ve ittifaklar açısından CHP cephesine bakıldığında, CHP’nin 16 Nisan referandumundaki yüzde 48.6 “hayır” oyunu konsolide etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. CHP bu amaç için hiç kimsenin itiraz etmeyeceği siyaset üstü bir değer olarak “adalet” kavramının büyüsünden yararlanmayı bir strateji olarak belirlemiştir. Bu çerçevede, Kılıçdaroğlu Ankara’dan İstanbul’a yaptığı yürüyüş ile konsolidasyon için hayır oylarını seferber etmeye çalışmıştır. Nitekim, CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, söz konusu yürüyüşe referansla “hayır” oylarının konsolide olup olamayacağı sorusunu, 432 km geride bıraktıklarını belirtmiştir.
Ancak, CHP “Kim için adalet?” sorusuna içi dolu bir şekilde yanıt verememekte, bu ise yüzde 48,6’nın konsolidasyonunu zorlaştırmaktadır. Medyaya verilen görüntülere ve dile getirilen demeçlere bakıldığında, FETÖ ve HDP’nin yürüyüşün asıl sahiplenicileri arasında olduğu görülmektedir. Bu CHP’nin arzuladığı blok siyasetinin gerçekleşmesini sıkıntıya düşürmektedir. Nihayetinde, referandumda elde edilen yüzde 48.6 “hayır” oyu CHP’lileri, HDP’lileri, seküler milliyetçileri, hatta Saadet Partisi yönetimini içermektedir. CHP’nin 2019 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar “hayır” oylarını yekpare tutması ve tek bir adaya kanalize edebilmesi siyaseten oldukça zor bir uğraştır. Örneğin, CHP ikili bir iletişim stratejisi izleyerek, yürüyüşte HDP ile çok fazla yakınlaştığı görüntüsü vermemeye gayret sarf etmiş olsa bile HDP’nin ortaklık teklifleri devam etmektedir. PKK’lı Cemil Bayık’tan AK Parti-MHP işbirliğine karşı HDP’yi de kapsayacak şekilde CHP etrafında birleşme çağrısı gelmiştir. Bu teklifler ve çağrılar devam ederken, CHP’nin içindeki ulusalcı kanadı ve seküler milliyetçileri bu ittifak içerisinde tutmak ne derece mümkün olabilir? Dolayısıyla, 2019’a giderken CHP’yi ittifak arayışında çok çetin bir süreç beklemektedir.
Tabii, siyasette aslolan şey, siyaset mühendisliği ve siyasi hesaplamaların ötesinde Türkiye’yi derinden etkileyen meseleleri nasıl ele aldığınız ve bakış açınızdır. Bu ele alış biçiminiz millette karşılık bulacak ya da bulmayacaktır. Yerli ve milli siyasete mesafeli tutumu ve yürüyüşle birlikte oluşturmak istediği ittifak düşünüldüğünde, CHP’nin son dönemde milletle hemhal olmak ve Türkiye’nin sorunlarıyla dertlenmek yerine FETÖ ve Türkiye karşıtlığı ifşa olmuş uluslararası aktörlerle işbirliği yapmayı ve onların söylem taşıyıcılığını üstlenmeyi tercih ettiği söylenebilir.
[Star Açık Görüş, 17 Eylül 2017].