2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı, ekonomi gündeminde yerini aldı. 2016 yılı bütçesi gerçekleşmeleriyle 2016 yılını kapatırken, 2017 yılı bütçe tasarısıyla da bir yıllık gelir – gider tablosunu görmüş olacağız.
Dolayısıyla, 2017 Merkezi Yönetim Bütçesi, devletin gelir ve giderlerinin yanı sıra, bunlara dair beklentileri ve hedefleri göstermesi açısından önemli. Bununla beraber, kaynakların hangi alanlara aktarılacağını ve önceliğin nelere verileceğini bizlere yine bütçe söylüyor.
Bütçe rakamları ve bununla ilgili tüm makroekonomik hedefler, 15 Temmuz sonrasında Türkiye ekonomisinin çok çabuk normalleştiğinin gösteriyor. Ayrıca, Türkiye'nin de bulunduğu coğrafyada çok ani ama oldukça da güçlü gerçekleşen değişimlere karşı, Türkiye'nin ekonomi ajandasından vazgeçmediğini ortaya koyuyor.
PEKİ, 2017 BÜTÇESİ NELER SÖYLÜYOR?
2017 yılında, geçmiş yıllarda olduğu gibi bütçede en büyük pay, eğitimin. Toplanan vergilerin yüzde 24'lük kısmının eğitime aktarılması planlanıyor. Bu da bütçe giderlerinin yaklaşık yüzde 20'sinin eğitime ayrılacağı anlamına geliyor. Türkiye'deki üretimin katma değerimin artması, küresel rekabet ortamında ülkenin güçlü duruşunu koruması, yüksek gelir grubuna girmesi gibi hedeflerin, temel faktörü insan kaynağı.Türkiye'nin nüfus yapısına bakıldığında, genç nüfusun, eğitim / öğrenim yaşında olan kesimin üretim sürecinde “nitelikli” olabilmesi için kullanılan en etkili araç eğitim. Dolayısıyla, bütçeden en fazla payın eğitime ayrılması, eğitimin Türkiye'deki ekonomi uygulama ve politikalarının yapı taşı olduğunu açıklıyor.
Diğer taraftan, özel sektör yatırımlarına destek olacak veya özel sektör yatırımlarını özendirecek kamu yatırımları, ekonomik büyümenin lokomotifi olan ihracatın artması için teşvik ve yardımlar ve tabi ki Ar-Ge ve inovasyonun desteklenmesi gibi, ekonomik büyümeyi doğrudan etkileyecek alanlarda maliye politikası daha fazla teşvik edici rol üstlenecek.
Bu noktada, bütçe açığının 2017 için yüzde 1,9 olarak belirlenmesi makul. Bu oran, halen AB Maastricht kriterlerine uyumlu ve bir manevra alanı olduğu için bütçe açığının görece artmasında makroekonomik istikrar açısından bir sorun yok.
Fakat bu durumun, kamu maliyesindeki disiplinin bozulması anlamına gelmediğini de belirtmek gerek.
Türkiye ekonomisinin en çok güvendiği alan kamu maliyesi. Birçok kez, siyasi ve ekonomik alanda, kamu maliyesinin bu güçlü duruşu test edildi. Tüm bu kırılganlık testlerinden başarıyla çıkışın sebebi olan kamu maliyesindeki disiplinli yapı ve yönetim, 2017 yılı için de devam edecek gibi görünüyor. Devam etmelidir de.
MALİ DİSİPLİN VE EKONOMİK BÜYÜME
Türkiye ekonomisinde, kamu maliyesi kalemlerinden bütçe açığının ve kamu borcunun GSYH içindeki payının, son dönemlerde, gelişmiş ülkeler de dâhil olmak üzere birçok ülkeye göre başarılı rakamlara ulaşması, Türkiye ekonomisindeki kırılganlıkların önlenmesi, dışarda ve içerde ekonomi üzerinde oynanan oyunların engellenmesi için önemli bir kalkan oldu.2017 yılı bütçe tanımlamasında kullanılan “büyüme dostu bir maliye politikasının izleneceği” açıklaması ise, son yıllarda yüzde 3-4 bandında büyüme rakamları olan Türkiye'nin disiplinli duruşunun yanı sıra büyüme konusunda da bir hamle yapacağının işareti. Yani hem kamu maliyesinde disiplin olacak hem de ekonomik büyüme için gerekli alanlar için kaynak aktarmada cömert bir maliye politikası uygulanacak.
Açıkçası, böyle bir hamleye de ihtiyacımız var. Çünkü, hem insan kaynağı potansiyeli hem de ekonomik potansiyel açısından Türkiye ekonomisi daha yüksek ekonomik büyüme rakamlarına ulaşmayı istiyor. Bunun için de dayanak noktası, maliye politikası.
Son olarak, dünya ticaretinin daraldığı, ekonomik büyüme beklentilerinin düşürüldüğü ve küresel ekonomideki olumsuz koşulların var olduğu bu dönemde, üretim için ayrılacak kaynaklar hem büyümeyi tetikleyecek hem de ekonomideki olası daralmaları ve gelir kayıplarını azaltacaktır.
Küresel ekonomik büyüme yavaşlarken, büyümeye kaynaklık edecek ülkeler olarak gelişmekte olan ekonomiler adres gösteriliyor. Dolayısıyla, Türkiye, maliye politikalarıyla desteklenecek ekonomik uygulamalarla, küresel ekonomik büyümede ağırlığını artırarak, gelişmekte olan ülkeler arasında pozitif ayrışmalıdır.
[Yeni Şafak, 20 Ekim 2016].