AK Parti'nin 2015 seçim bildirgesinin en fazla ilgi çeken maddesi hiç kuşkusuz başkanlık sistemine yaptığı vurgu oldu. Bu vurgunun mahiyeti, bildirge metninin genel çerçevesini belirleyen "Yeni Türkiye Yolunda İkinci Yarı Başlıyor" sloganı kapsamında açıklık kazanmaktadır. Buna göre, AK Parti açısından Türkiye'de artık bir devir geride kalırken yeni bir dönem başlamaktadır. Açacak olursak, demokratik toplumsal düzeni engelleyen vesayetin geriletilmesi ve vesayet döneminin yarattığı devlet- toplum yabancılaşmasına yönelik rehabilite edici ön adımların atılması sürecinden, demokratik toplumsal düzenin kurumsallaşması sürecine geçilmektedir. Bu kurumsallaşma süreci temelde, devlet- toplum ilişkilerinin demokratik siyaset zemininde yeniden düzenlenmesini öngörmektedir. Seçim bildirgesi başkanlık sisteminin bu kurumsallaşma sürecinin merkezinde yer alacağını deklare etmektedir.
Peki, neden başkanlık sistemi Türkiye'de demokratik bir toplumsal düzenin inşası için bu denli önemlidir? Demokratik siyasete işlerlik kazandıracak bir kurumsallaşmadan en temelde beklenen şey halkın iradesini devlete yansıtmasıdır. Türkiye'de modern demokratik siyasete geçişle birlikte yürürlüğe konulan, tam olarak tipik parlamenter sistem özelliği göstermese de onun etrafında dolanan farklı yönetim sistemleri bu vaadi bir türlü yerine getirememiştir. 1876-1909 yılları arasında anayasal monarşi, 1909-1950 döneminde tek-partili parlamentarizm, 1950 sonrasında ise bürokratik vesayetin gözetimindeki parlamenter sistem evrensel demokratik ölçütlerde bir kurumsallaşmayı hayata geçirmekte yetersiz kalmıştır.
GÜÇLÜ TEMSİL GÜÇLÜ YÖNETİM
Nihayet 2014'te yürütmenin başat bir unsuru olan cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçimi, Türkiye'de yönetim sisteminin demokratik siyaset mecrasına doğru çekilmesinin önemli bir adımı olmuştur. Başkanlık sistemi demokratik bir yönetime doğru atılan bu adımın daha da ileri götürülmesini ve yönetim sisteminin halkın iradesini devlete en iyi şekilde yansıyacak biçimde düzenlenmesini öngörmektedir. Sert bir güçler ayrılığı öngören başkanlık sistemi, yürütme organının direkt halk tarafından sabit bir süre için belirlenmesiyle toplumsal birlikteliği ve istikrarı, aynı zamanda da yasama organının seçimi ve işleyişinin toplumsal farklılıkları yansıtacak şekilde düzenlenmesiyle de özgürlükleri ve 'katılımcı' demokrasiyi garanti altına almaktadır. Yargı organı ise yürütme ve yasama organlarının ortaklığında belirlenmekte ve yürütme organının faaliyetlerini anayasaya uygunluk açısından denetleyerek hukukun üstünlüğü ilkesini hayata geçirmektedir.
Dolayısıyla, başkanlık sistemi hem toplumsal birlikteliği hem de farklılıkların korunmasını aynı anda garanti altına alarak demokratik siyaseti en iyi şekilde işletmeye çalışmaktadır. Bu haliyle başkanlık sistemi, toplumun ağırlık merkezini en iyi şekilde yansıtma iddiası taşıyan ve 'öteki'ne yaşam alanı tanıyan bir siyasetin kurumsallaşma tercihidir. Bu açıdan, başkanlık sistemine karşı çıkanların aynı zamanda toplumsal temsiliyet gücü sınırlı ve demokratik siyaseti içselleştirememiş kesimler olması hiç de şaşırtıcı değildir. Toplumsal temsiliyet noktasında ulusalcılık- liberal sol bandının dışına çıkamayan CHP, ulusalcılık-muhafazakâr milliyetçilik doğrusundaki tercihlere hapsolmuş MHP, Kürt ulusalcılığı-liberal sol arasında yalpalayan HDP doğal olarak başkanlık sistemine karşı çıkmaktadır. Bu karşı çıkışlar elbette ilkesel olmaktan ziyade, kategorik iktidar karşıtlığının yetmeyeceği ve alternatif toplum projelerinin yarışacağı bir siyasi düzende bu kesimlerin rekabet gücünün sınırlı olacak olmasındandır. Sonuç olarak, başkanlık sisteminin merkezinde yer alacağı 2015 seçimleri en temelde topluma söyleyecek bir sözü olanlar ile olmayanlar arasında yaşanacaktır.
[Sabah Perspektif, 18 Nisan 2015]