11 Eylül terör saldırıları dünya siyasetini birçok açıdan geri dönülmeyecek şekilde değiştirdi. Saldırılar gerçekleştiği dönemde küresel tek süper güç olarak dünya siyasetinin en önemli aktörü olan Amerika'nın ulusal güvenlik anlayışını yeniden tasarlamasının yanında diğer ülkelerle ilişkilerini de yeniden tanımladığı bir sürece girmesine neden oldu. Bush yönetiminin dünyaya "ya bizimlesiniz ya da bize karşısınız" ifadeleriyle verdiği ültimatom o noktadan itibaren uluslararası ilişkilerin kaderini belirledi. Amerikan halkı arasında yaşanan şok ve öfkenin akılcı politikalar etrafında organize edilmesinden ziyade bir an önce öç alma duygusunun hâkim olduğuna şahit olduk.
ABD'nin Afganistan'daki el-Kaide'yi yok etme ve bu doğrultuda Taliban'a verdiği ültimatom diğer ülkeler tarafından nispeten anlayışla karşılanmış ve birçok ülke küresel terörle mücadeleye destek vermişti. Ancak Bush yönetiminin bu desteği Afganistan ve Irak gibi ülkelere demokrasi getirme hedefine matuf kullanma isteği terörle mücadele hedeflerinden uzaklaşmasına neden oldu. El-Kaide'nin ortadan kaldırılması hedefinin henüz gerçekleştirilemediği bir aşamada Irak'ın hedef alınması uluslararası kamuoyunun geniş muhalefetiyle karşılaştı.
Hem Afganistan'da hem de Irak'ta orta ve uzun vadeli stratejisini belirleyemeyen Washington, Irak'ta toplu imha silahları bulunduğu iddiasının tamamen yanlış çıkmasıyla da büyük bir prestij kaybına uğramıştı. Dahası Afganistan ve Irak'ta yüzbinlerce sivilin hayatını kaybetmesi, Guantanamo'da hala devam eden hukuksuzluk, Abu Ghraib skandalı ve işkencenin yasallaştırılması Amerikan işgallerinin terörle mücadeleden ne kadar uzaklaştığını gösteriyordu.
11 Eylül'ün oluşturduğu ulusal ve küresel sempatiyi Neocon ideolojik hedefler doğrultusunda harmanlama çabasına giren Bush yönetiminin uluslararası hukuku hiçe sayan politikaları da Amerika'nın II. Dünya Savaşı sonrasında oluşturduğu liberal küresel sistemin meşruiyetine darbe vurdu. Başkan Obama'nın Irak savaşını bitirip Afganistan'a odaklanma çabaları sonucu Usame Bin Ladin'in ortadan kaldırılması hedefine ulaşılsa da Amerika her iki işgali de sonlandıramadı.
Gerek Afganistan gerekse Irak'ta terörle mücadele hedefinden çok daha farklı bir çaba gerektiren ulus devlet inşası çabasına giren Amerikan yönetimleri ülkenin gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kaldılar. İran'ın en önemli bölgesel düşmanları olan Taliban ve Saddam Hüseyin iktidarlarını devirerek İran'a büyük stratejik avantaj üreten Amerika'nın işgalleri kendi bölgesel stratejik amaçları doğrultusunda değerlendirebildiğini söylemek de mümkün değil.
20 yıl sonra Afganistan'ı Taliban iktidarına bırakarak ayrılmak zorunda kalan Amerikan güçlerinin önümüzdeki dönemde "sahadaki partnerlerine" vereceği güvencelerin de sağlamlığı sorgulanacaktır. Kabil'de yıllardır işlerin her geçen gün iyiye gittiğini anlatan Washington'un ülkeden daha çıkamadan Gani hükümetinin yıkılması da diğer bir ironi olarak tarihe geçecek. Elbette Afganistan 20 yıl öncesinin Afganistan'ı değil ve Taliban'ın ülkeyi eskiden olduğu gibi sert biçimde yönetmesi kolay olmayacak. 20 yıldır Taliban yönetimine muhatap olmamış milyonlarca Afganlının beklenti ve taleplerinin önemsiz olacağını söylemek zor.
Amerikan dış politika elitlerinin 11 Eylül sonrası süreçten aldığı birçok ders var arasında dış bir gücün ulus devlet inşa edemeyeceği gerçeği olduğunu söyleyebiliriz. Bush yönetiminin 11 Eylül saldırılarını "iyiyle kötü arasındaki tarihsel mücadele" bağlamında tanımlayarak sorunu demokrasi yokluğu olarak teşhis etmesi ve demokrasi getirme adına savaş açarak ulus inşası süreçlerine girmesi muhtemelen en büyük hatası oldu. Obama, Trump ve Biden yönetimlerinin küresel terörle mücadelede yeni bir çerçeve sunma cesaretini gösterememeleri bir türlü bitmeyen "ebedi savaşların" devamının ana sebebi oldu.
Biden'ın Amerikan halkı arasında %72 gibi bir popülaritesi olan Afganistan'dan çekilme kararında direnmesi bundan sonra Amerika'nın terörle mücadelede yeni bir kavramsal çerçeveden hareket edeceğini garanti etmiyor. 2014'te DEAŞ'ın bir anda Irak ve Suriye'de geniş alanları ele geçirmesine Obama'nın cevabı tekrar bölgeye dönmek olmuştu. Benzer bir durumda Biden'ın kamuoyunun baskısına ne kadar dayanabileceği önemli bir soru işareti olarak duruyor.
Önümüzdeki dönemde Biden yönetiminin stratejisi belli olmayan ve ucu açık askeri angajmanlardan uzak duracağını bekleyebiliriz. Örneğin, Suriye'deki Amerikan varlığının ve daha önemlisi YPG'ye desteğinin ne kadar devam edeceği önemli bir soru işareti. Afganistan'dan çekilme sürecinde çekilme kararı yüzünden değil ama yaşanan utandırıcı görüntüler yüzünden yeterince siyasi prestij kaybı yaşayan Biden'ın Suriye'den de çıkma kararı almasının nispeten daha kolay olacağını söylemek mümkün.
Biden'ın birçok başkanın başarmaya çalıştığı "bitmeyen savaşları" bitirme vaadini yerine getirmesi Amerika'nın diğer askeri angajmanlarının da sorgulanması sonucunu getirebilir. Demokrat Parti içerisindeki progresif kesimlerin sürekli eleştirdiği bitmeyen savaşların bitirilmesi ABD'nin yeni bir terörle mücadelesi stratejisine ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. ABD bunu başaramazsa önümüzdeki yıllarda da 11 Eylül'ün hayaletiyle yaşamaya devam etmek zorunda kalacak.
[Sabah, 11 Eylül 2021].