FETÖ yapılanması kırk yılı aşkın bir süredir tüm devlet kurumlarına sızarak, bu kurumlarda mevcut kamu hiyerarşisi dışında ve örgütün amaçları doğrultusunda faaliyetler yürüttü. FETÖ’nün varlığı ve hukuk dışı faaliyetleri devlet organlarının kurumsal kültürleri ve geleneklerini zedelediği gibi temel yapısı ve işleyişini de bozdu. Bunun sonucunda toplumda birçok devlet kurumuna yönelik güvensizlikler doğdu. Şüphesiz en büyük zararı gören kurumlardan birisi de hukuk ve yargı oldu. Yargı diğer tüm devlet organlarının yaptığı hukuka aykırılıkları ve hataları düzeltmesi ve adalet dağıtması gereken bir kurumken, FETÖ eliyle örgütün ihtiyaç duyduğu konularda hukuk dışı uygulamaların aracı haline getirildi.
Türkiye’de yargının öteden beri büyük sorunları olduğu, bir vesayet aracına dönüştüğü ve siyasal amaçlarla yönlendirildiği bir sır değildir. Ancak FETÖ’nün yargı eliyle yaptıkları geçmişteki “yargının siyasallaşması” tartışmalarının çok ötesine geçmiştir. Balyoz, Ergenekon ve Askeri Casusluk gibi davalarla TSK’yı hedef alan, 7 Şubat ve MİT tırları operasyonları ile MİT’e ve hükümete yönelen ve en son 17/25 Aralık girişimleri ile doğrudan Başbakan ve hükümete darbe yapmaya çalışan bir yargı ortaya çıkmıştır.
Sahte veya uydurma belgeler, hukuka aykırı dinlemeler, montajlanmış ses kayıtları gibi delillerle “abiler”den alınan emirler doğrultusunda soruşturmalar ve davalar açılmış, tutuklamalar yapılmış, mahkumiyet kararları verilmiştir. FETÖ’nün yargıda sahip olduğu operasyon gücü ancak 2014 yılından sonra tersine çevrilebilmiş ve o yıl yapılan seçimlerle çoğulcu bir HSYK oluşturulabilmiştir.
FETÖ’nün yargı sicili ile bağlantılı olarak 15 Temmuz darbe girişimine en hızlı ve etkili tepkilerden birisini örgütü yakından tanıyan yargı organları vermiştir. Darbe süreci sonrası bu girişimle hesaplaşma ve devletin FETÖ’den temizlenmesi konusunda da en büyük yüklerden birisi yargının üzerindedir. Ayrıca Adalet Bakanlığı aldığı tedbirlerle yargının bu süreçte gördüğü zararı en aza indirmeye çalışmaktadır. 3 bin 500 civarında hakim ve savcı ile binlerce adliye çalışanının görevden alınması sonrası, halen staj aşamasındaki 5 bin hakim/savcı adayının göreve başlatılması ve Kasım ayında 3 bin yeni hakim/savcı adayının alınması kararlaştırılmıştır.
Darbe girişimi sonrasında yeniden yapılandırılması gündeme gelen ilk kurumlardan birisi de yargı olmuştur. Nitekim partiler arası yakınlaşma sayesinde yeni anayasa çalışmalarına tekrar başlanmış ve ilk başlık olarak HSYK ve yüksek yargı ele alınmıştır. Görüşmelere katılan parti temsilcileri bütünüyle yeni anayasa olmasa bile, yargıyı da içeren bir değişiklik paketi için ümit verici açıklamalar yaptılar. Bunlar yargı ile ilgili anayasal ve yasal düzeyde bir yeniden yapılandırmanın gündeme geleceğine ve bu sürecin partiler arasında uzlaşma ile yürütüleceğine işaret ediyor.
Anayasal Vesayet Sistemi ve Yargı Bağımsızlığı Arasında Türk Yargısı
Türkiye’nin siyaset ve hukuk tarihi, yargının yeniden yapılandırılmasında yargı bağımsızlığı/hakimlik teminatları ile yargısal vesayetin önlenmesi şeklinde iki temel ilkenin gözetilmesini gerektirecektir. Hem kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkeleri hem de adil yargılanma hakkını gerçekleştirmek için yargının bağımsız ve hakimlerin teminatlı olması zorunludur. Bu konuda kimsenin bir itirazı ya da tereddüdü söz konusu değil. Ancak bu ilke gerçekleştirilirken 27 Mayıs sonrası 1961 Anayasası ile olduğu gibi, yargının siyasi iktidarı birtakım bürokratik mekanizmalarla denetlemesi ve sınırlamasını amaçlayan bir vesayet aracına dönüşmesi de engellenmelidir. Devlet idaresinin bağımsız yargı tarafından hukuka uygunluk denetimi her yönüyle sağlanmalıdır. Ancak yargının çoğulcu demokrasi anlayışı ve anayasacılık fikrinin arkasına sığınarak siyasi iktidarın meşru yönetme yetkisini elinden almasına ve sınırlamasına da izin verilmemelidir.
Ayrıca belirtilmeli ki Adalet Bakanlığının ilk defa 2009’da açıkladığı, 2015’te yenisini hazırladığı ve çok sayıda önemli yeniliği ve düzenlemeyi içeren yargı reformuna kararlı bir şekilde devam etmesi gerekir. Nitekim darbe girişimi sonrasında dahi yoğun gündem içerisinde fark edilmese de, Bölge Adliye ve İdare Mahkemeleri (İstinaf Mahkemeleri) daha önceden planlandığı şekilde göreve başladı. Yargıtay ve Danıştay’ın daire ve üye sayısını azaltan düzenleme yürürlüğe girdi. Ancak uzunca bir süredir devam eden yargı reformu çalışmaları, FETÖ’nün bu süreci kendi örgütsel amaçları doğrultusunda sabote etmesi sebebiyle arzu edilen sonuçları veremedi.
Yargının yeniden yapılandırılması konusunda HSYK, yüksek yargı, askeri yargı ile ilgili yapılması gereken temel düzenlemelerin anayasa değişikliği gerektirdiğini ve AK Partinin bunu tek başına gerçekleştirecek çoğunluğa sahip olmadığını bilmek gerekir. Yani esaslı düzenlemeler partilerin uzlaşmasını gerektirmektedir ve darbe girişimi sonrası partiler arasında oluşan uzlaşı ortamı bu konuda önemli bir imkan sunmaktadır.
Yargı ile ilgili somut önerilere baktığımızda ise askeri yüksek mahkemelerin (Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin) kaldırılmasının akla ilk gelen başlık olduğu görülmektedir. Askeri vesayetin bir unsuru olarak gelişen bu iki yüksek mahkeme zamanla FETÖ’nün en güçlü olduğu kurumlar haline gelmiştir. FETÖ’den bağımsız olarak Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda tüm partiler bu mahkemelerin kaldırılmasını önermiştir. Yani bu konuda kolayca bir uzlaşma sağlanacağını söyleyebiliriz. Ayrıca 2010 Anayasa değişikliği ile askeri yargının yetkileri önemli oranda sınırlanmış ve hukuk devleti sınırlarına çekilmiştir. Bu sebeple askeri yargı konusunda ayrıntılı değişikliklere ihtiyaç olmasa da bazı düzenlemeler ‒belki de askeri yargının tamamen kaldırılması gündeme gelecektir.
Bir diğer başlık ise HSYK’nın yenilenmesidir. HSYK’nın hakimler ve savcılar şeklinde ikiye ayrılması konusunda ortak bir görüş oluşmuş olsa da kurul üyelerinin belirlenmesi usulü, Adalet Bakanı ve Müsteşarının kuruldaki yeri gibi konularda uzlaşmanın vakit alacağını söyleyebiliriz. 2010 yılında benimsenen kurul üyelerinin büyük kısmının hakim/savcılar tarafından seçilmesi demokratik bir yöntem gibi görünmüş ancak adliyelerin içerisinde siyasi kamplaşmalara sebep olduğu ve vazgeçilmesi gerektiği konusunda ağırlıklı bir görüş oluşmuştur. Bundan dolayı partiler tarafından yüksek mahkemelerden seçilen ve Cumhurbaşkanının atadığı üyelerin dışında, TBMM’nin yüksek nisapla üye seçmesi, RTÜK modelinin uygulanması ya da kura ile belirleme gibi öneriler gündeme getiriliyor.
Bundan sonraki süreçte toplumsal ve siyasi uzlaşının devam etmesi, Türkiye’nin içinde bulunduğu ağır koşulları aşması ve yeni Türkiye’nin inşa edilebilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Bunun en önemli koşullarından birisinin de bağımsız, tarafsız ve adil bir yargı olduğu açıktır. Bu sebeple bundan sonraki süreçte tekrar yeni anayasa gündemine döneceğimizi ve yeni anayasanın önemli başlıklarından birisinin de yargının yeniden yapılandırılması olacağını görmekteyiz.
[Kriter, 1 Eylül 2016].