Darbecilere 12 Eylül'den sonra yaptıklarının hesabını sormak kesinlikle yetmez; 11 Eylül'e kadar yaptıklarının ve yapmaları gerekirken yapmadıklarının hesabının da sorulması gerek.
Sadece devleti değil toplumu da yeniden dizayn eden 12 Eylül darbesinden tam otuz yıl sonra, darbecilerin kendileri için getirdikleri hukuki koruma, yine bir 12 Eylül günü referandumla kalktı ve hemen ardından suç duyuruları başladı. Nihayet üç gün önce de, cuntanın hayatta kalan lideriyle bir suç ortağının yargılanmasına başlandı. 4 Nisan günü başlayan yargılama, sonuçlarından bağımsız olarak oldukça önemlidir ve şimdiden siyasi tarihimize bir milat olarak geçmiş bulunmaktadır.
Yargılamanın başlamasından bu yana yapılan değerlendirmeler, genellikle iki ana eksende seyrediyor. Bazıları, 90'lık iki ihtiyarı yargılamaktan bir şey çıkmayacağını belirterek, bu davanın 12 Eylül'le hesaplaşmadan yana pek bir anlam ifade etmediğini ya da çok yetersiz olduğunu söylüyor ve esasen, hâlâ egemenliğini sürdüren 12 Eylül rejimiyle hesaplaşmak gerektiğini vurguluyorlar. Buna karşılık, bazıları da başarılı bir darbeyi gerçekleştiren cunta üyelerinin ilk kez yargılandığını, bunun çok yüksek bir sembolik değere sahip olduğunu öne çıkararak, bu davanın önemine, anlamına işaret ediyorlar. Aslında bu iki yaklaşım, birbiriyle çelişmiyor. Çünkü bu davayı ve iddianamenin kapsamını yetersiz bulanlar oldukça haklılar ama onların haklı oluşu, davanın önemini, anlamını azaltmıyor. Tam tersine, onların haklılığı dolayısıyla, bu davaya daha fazla yüklenmek ve daha da derinleşmesi, genişlemesi için girişimlerde bulunmak gerekiyor. Bu noktada, müdahiller başta olmak üzere, Türkiye'de bir daha darbe olmayacağından emin olmak isteyen herkese büyük görev düşüyor.
12 EYLÜL'LE YÜZLEŞME
12 Eylül'le yüzleşmeye, hesaplaşmaya, 32 yıldan beri süren ve yası tutulamamış acıları dindirmeye, elbette bu iddianame yetmez. Dahası, 12 Eylül'ün açtığı yaraları sarmak, tek başına hukukun da, siyasetin de başarabileceği bir şey değil. O yüzden, çok güçlü ve ısrarlı bir toplumsal duyarlılığa ve ısrarlı takibe gerek var. Hatta belki önce ciddi bir hafıza tazelenmesine ihtiyaç var. Çünkü 12 Eylül'ün zulmü, sadece darbeden sonra yapılanlardan ibaret değil. 12 Eylül'e giden yollar, yıllarca hazırlandı, döşendi ve zulmün artık darbe yapılabilir safhaya ulaştığı kanaatine varılınca da düğmeye basıldı. Bu nedenle, darbecilere 12 Eylül'den sonra yaptıklarının hesabını sormak kesinlikle yetmez; 11 Eylül'e kadar yaptıklarının ve yapmaları gerekirken yapmadıklarının hesabının da sorulması gerek. Aynı şekilde, darbeden sonra yapılanlardan ötürü, suç ortaklarının da yargı önüne çıkarılması gerek. Metris, Mamak, Diyarbakır başta olmak üzere bütün bir ülkede hukuk dışı emirleri yerine getiren işkenceciler başta olmak üzere hesap vermesi gereken binlerce insan olduğunu biliyoruz.
Aslında bunlar da yetmez; tüm milleti aşağılayan, halkın güvenliğini sağlamaları için kendilerine teslim edilmiş silahları halka yönelterek adeta bir korku toplumu yaratan, geleceğimizi ellerimizden alan politikalarla da hesaplaşılması lazım. Dolayısıyla, bizi biz olmaktan çıkaran sosyo-kültürel politikalara varıncaya değin, bütün bir 12 Eylül anlayışıyla, 12 Eylül anayasası ve yasalarıyla, rejimiyle yüzleşmek, hesaplaşmak zorundayız. Uğradığı zulmün hesabı sorulmamış bir tek kişi kaldığı sürece, bu doğrultudan sapmaya, bu kararlılı