İttifaklar ortak tehditler karşısında kurulurlar. Güçlü ve sürdürülebilir ittifaklar ise ortak değerler etrafında uzlaşırlar ve kendi siyasi aktörleri ve toplumları zamanla bu değerleri özümserler. Tarafların ortak maddi çıkarlarının, kazanımlarının olması veya bazı risklere karşı ortak tavır göstermeleri ise gündelik işleyişte bu ittifakların daha işler ve inandırıcı olmalarını sağlar. İttifakın özünde ortak tehdit algısı olduğu vurgusunu kaybetmeden ortak değerler ve çıkarlar etrafında geliştirilecek uzlaşı çerçevesini genişletmek ve derinleştirmek müttefiklerin tehditler karşısında daha güçlü ve inandırıcı olmalarını sağlayacaktır.
Türkiye ve Batılı müttefikleri arasındaki müttefiklik ilişkileri her geçen gün daha da zayıflamakta ve bu ilişki giderek taraflar arasındaki inandırıcılığını kaybetmektedir. Tarafların hem güvenlik algılarında ve önceliklerinde, hem de genel manada dünya siyasetine ve dünyaya bakışlarındaki farklılıklar daha da görünür hale gelmeye başlamıştır. Taraflar karşılıklı olarak birbirlerini müttefiklik ilişkilerinin gerekliliklerini yerine getirmemekle itham etmekteler. Türkiye ile Batılı müttefikleri, özellikle de ABD arasındaki zaten güvensiz olan ilişkilerin son on yıllık süreçte daha da yıprandığını tespit etmek durumundayız. Avrupa cephesindeki durum ise Amerika'dan daha iyi bir durumda değildir. Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi ve Fransa'nın Türkiye düşmanı tavırları Türkiye-AB ilişkilerini zehirlemeye devam etmektedir. Rusya'nın Ukrayna işgali ile ortaya çıkan güvenlik riskleri ve enerji konusundaki ortak çıkarlar bile Türkiye-AB ilişkilerine olumlu bir momentum getirmemiştir.
ABD ile Avrupalı aktörlerin Türkiye'ye dair yaklaşımları ABD'de Donald Trump Başkan iken kısmen farklılıklar göstermekteydi. Hem Trump hem de Avrupalı aktörler birbirlerini ittifakın genel mantığı ile uyuşmayacak bencil ve tek taraflı adımlar atmakla suçluyorlardı. Bu dönemde ABD kendi çıkarlarını önceleyen bir dış politika perspektifine sahip iken Avrupalı aktörler de kendi stratejik otonomilerini artırabilecek ve güvenlik konusunda yerel unsurların ön plana çıkabileceği bir denklemin oluşması konusunda formüller üzerinde çalışmaktaydılar. Sonuç olarak Transatlantik ittifakta ciddi çatlaklar yaşanmakta ve güvensizlikler oluşmaktaydı. Türkiye ise bütün bu karmaşa içerisinde kendi güvenlik kaygılarını ve önceliklerini kendi imkanları ile karşılayabilecek kapasite geliştirmeye çalışıyordu.
15 Temmuz Fetöcü darbe girişimi öncesinde ve sonrasında NATO müttefiklerinden terör ve diğer güvenlik kaygıları karşısında hiçbir destek görmeyen Türkiye bir yandan da NATO müttefiklerinin PKK/PYD, FETÖ gibi örgütlere sağlamakta olduğu yoğun desteği kısıtlamaya çalışıyordu. Türkiye bütün bu siyasi mücadeleyi verirken güney sınırlarının terör örgütleri tarafından kontrol edilen bir gri hat ve bölge oluşmasının önüne geçmeye çalıştı. Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyine yönelik askeri operasyonlarına neredeyse bütün Batılı aktörler ortak bir şekilde direnç gösterdiler. Bu konuda İran ve Rusya'nın tavrı da farklı olmamıştır. Şüphesiz bu tavrın organizatörü ve koordinatörünün Washington olduğu Ankara'daki ilgili aktörler tarafından bilinmekteydi.
Türkiye'nin bekası ile ilgili güvenlik kaygılarını giderme konusunda NATO müttefiklerinden yaklaşık on yıldır hiçbir şekilde destek görmemesi, üstelik Türkiye'yi tehdit eden bu örgütlerin müttefiklerince desteklenmesi, Türkiye'nin müttefiklik ilişkisi açısından algısını dönüştürmüştür. Türkiye daha önceki dönemlerden farklı olarak ittifakın bir piyonu değil aktörü olma çabası içerisindedir. Bu çabaya başta ABD olmak üzere diğer müttefikler tarafından saygı duyulmamaktadır. Türkiye'nin tekrar edilgen bir tavra dönmesi için üzerinde siyasi, diplomatik, ekonomik ve diğer baskıların yoğun bir şekilde uygulanması Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Erdoğan önderliğinde çizmeye çalıştığı istikameti değiştirme konusunda hedefine ulaşamamıştır.
Son dönemde İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyesi olmaları konusunda Türkiye'nin göstermiş olduğu direnci kırmaya yönelik yeni ve oldukça organize bir kampanya başlatılmıştır. Bu kampanyada diplomatik, ekonomik, psikolojik tüm kaynaklar seferber edilmekte ve Türkiye'ye yönelik tam saha baskılama politikası uygulanmaktadır. Batıda basın yayın kuruluşları, "düşünce kuruluşları" ve kamuoyu kanaatini şekillendiren neredeyse tüm mecralar Türkiye'yi, özelde de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı hedef alan ve tahkir etmeyi hedefleyen eleştirilerine başlamışlardır. Türkiye'nin aşina olduğu bu koro, ABD'de Joe Biden yönetime geldiğinden bu yana Washington tarafından koordine edilmektedir.
Daha önce Osman Kavala davası üzerinden Türkiye'ye tepki veren bu mekanizma tekrar devreye girerek Türkiye'deki büyükelçilikleri ve konsoloslukları üzerinden Türkiye'ye yeniden mesaj verme çabası içindedirler. Türkiye'deki diplomatik temsilciliklerine yönelik terör saldırıları olabileceğini iddia eden Amerika Birleşik Devletleri, Hollanda, İsviçre, İsveç, İngiltere, Almanya, Belçika, Fransa ve İtalya Türkiye'deki konsolosluk ve büyükelçiliklerini bir süreliğine kapatma kararı almışlardır. Türkiye'ye karşı daha önce de defalarca uygulanan bu psikolojik baskı tekrar devreye sokularak Türkiye'nin güvensiz ve güvenilmez bir ülke olduğu imajı oluşturulmaya çalışılmaktadır. 2022 yılını rekor turist ile kapatan ve ekonomisini dengeleme konusunda turizm gelirlerinin önemli bir yeri olan Türkiye'ye ekonomik açıdan da baskı uygulanmaktadır.
Başta müttefiklik hukuku olmak üzere, diplomatik teamüllere ve devletler arası güven yaklaşımına da uymayan bu adımlara Türkiye'de resmi kanallardan tepki verilmiştir. Türkiye üzerindeki baskı ve yıldırma operasyonlarının önümüzdeki dönemde de artarak devam etmesini beklemek durumumdayız. Bu dönemde Türkiye içerisinde yaşanabilecek terör saldırılarını önlemeye yönelik ise ekstra bir dikkat ve hassasiyet göstermek elzemdir. Mayıs ayında yapılması planlanan Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerine kadar Türkiye üzerindeki koordineli baskı ve oyunlar devam edecektir. Türk kamuoyunun bu konuda belirli bir tecrübe ve bilince sahip olması Türkiye'nin direncini artıran faktörlerin başında gelmektedir.
Türkiye'nin NATO müttefiklerinin, terör örgütlerinin oluşturmaya çalıştıkları korku, panik, güvensizlik atmosferine yakın bir havanın oluşmasına yönelik adımları başta bu örgütlere yaramaktadır. Türkiye ile halen şeffaf bir ilişki sürdürmek isteyen aktörlerle daha doğrudan temaslar kurularak güven bunalımını hafifletmek gerekmektedir. Üzerinde durulması gereken asıl sorun ise Ukrayna krizi bağlamında birçok noktada ortak tehditler ve çıkar alanları olmasına karşın işbirliği seçeneklerinin neden ötelendiğidir. Bütün bu ortamda bu sorunun cevabı Türkiye'yi tekrar piyon olarak kullanabilecekleri bir ortam ve momentumun yaratılması gayreti ile ilintilidir. Bazı Batı başkentlerinde Türkiye'de seçimler sonrasında böylesi bir ortamın oluşabileceğine dair bir umut ve beklenti bulunmaktadır. Erdoğansız bir Türkiye'de, Türkiye-Batı ilişkilerinin eski dinamiğine döneceğine dair bir tahayyül mevcuttur. Bu yaklaşımlar Türkiye'nin ve Türk toplumunun son yirmi yıldır geçirmiş olduğu zihniyet dönüşümünü ya anlamamakta ya da küçümsemektedirler. Türkiye'de başka bir iktidar denklemi oluşsa bile Türk toplumu ve kritik konumdaki bazı aktörler son yıllarda kazanmış oldukları refleksi bir kenara bırakmayacaklardır. Daha edilgen bir Türkiye hayali beklendiği şekilde kabul görmeyecektir.
Türkiye'nin Batı ile müttefiklik ilişkileri yeni kodlarla ele alınıp yeni bir "modus operandi" oluşturulmak durumundadır. Bu yeniden tanımlamanın tüm tarafların çıkarlarına katkı sağlayacak şekilde kazan-kazan prensipleri çerçevesinde oluşturulması mümkün ve tercih sebebidir. Ancak böylesi bir yeniden tanımlamanın oluşabilmesi için tarafların eski alışkanlıklarını değiştirmeleri ve son dönemde oluşmuş olan duygusal ve algısal bariyerlerle yüzleşmeleri gerekmektedir. Bu doğrultuda kaybedilen her vakit ittifak ve ortaklık ilişkisini daha da yıpratarak tamir edilemez bir mecraya sürüklemektedir. Türkiye'nin Batılı müttefikleri Türkiye üzerindeki mevcut baskıları sürdürmenin kendileri açısından fazla maliyetli olmadığı hesabını yaparak bu yaklaşımlarını sürdürmektedirler. Ancak hiç ummadıkları bir zaman ve zeminde tahmin etmedikleri maliyetlerle karşılaşma ihtimalini göz ardı etmemelidirler.
[Sabah, 4 Şubat 2023].