Pazar günü İstanbul Yenikapı’da ve eşzamanlı olarak Türkiye’nin her köşesindeki vatan nöbeti alanlarında yapılan Demokrasi ve Şehitler Mitingi Türkiye’nin bütün meseleleri için tartışmasız bir dönüm noktası oldu. Milli birliğin içeriye ve dışarıya gösterilmesi, püskürtülen darbe girişiminden ülkenin güçlenmiş ve pozitif bir ajandaya sahip olarak çıkması, daha önce en çok AK Parti siyasetinde karşılık bulan toplumsal taleplerin bütün bir siyasi arena üzerinde etkili olmaya başlaması ve devletin yeniden yapılandırılması ajandasının tabana yayılması "Yenikapı Ruhu" olarak isimlendirilen dinamiğin üzerinde en çok durulan neticeleri.
Yenikapı Ruhu’nun bunların yanında dış politikamıza da önemli yansımaları olacaktır. Türkiye zaten 15 Temmuz öncesi süreçte dış politikadaki yeni yaklaşımını "düşmanları azaltmak, dostları arttırmak" olarak formüle etmişti. Bu genel yaklaşım 15 Temmuz darbesinin püskürtülmüş olmasının verdiği özgüvenle daha da güçlenerek devam ediyor. Öte yandan çatışma ve düşmanlık düzleminde olmasa da 15 Temmuz süreci Türkiye’nin özellikle batılı müttefikleri ile bir muhasebe ve yüzleşme yaşamasını da kaçınılmaz hâle getirdi.
Amerika’yı ele alalım; şüphesiz iki ülke birbirinden kolay vazgeçemeyecek partnerler. Ancak 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi Türk-Amerikan ilişkilerinde iki farklı uçta kırılma oluşturma potansiyeline sahip. FETÖ elebaşının bu kadar badirenin üzerine hâlâ Amerika’da barınabilmesi açıklanması gereken bir durum. Şüphesiz hukuki süreç ve prosedür bir yandan devam edecek ancak acilen cevap verilmesi gereken çok sıcak sorular da ortada duruyor; Amerikan medyasında çizilen imajla konuşursak "kendi hâlinde bir dinî lider"in iki ülke arasındaki stratejik ilişkiler üzerinde bu kadar etkili olmasına Amerikan devlet aklı nasıl izin veriyor? Ne zamandan beri ABD bir müttefiki ile ilişkilerini yani ulusal politikasını bir hukuki prosedüre endeksliyor? Gülen’i Amerika için bu kadar vazgeçilmez yapan nedir?
Bu sorulara tatmin edici ve rasyonel cevaplar verilmediği müddetçe FETÖ’nün gölgesi Türk-Amerikan ilişkilerinin üzerine düşmeye devam edecektir. Türkiye her ne kadar bu ilişkileri rasyonel bir zemine çekmek, DAEŞ’le mücadeleden başlayarak diğer bir dizi stratejik alanda Amerika ile iş birliğini devam ettirmek istese de, yukarıdaki sorulara verilemeyen cevapların yakıcılığı da ortada.
Üstelik Türk-Amerikan ilişkilerinin kamuoyu boyutunu yönetmek de eskiye nazaran oldukça zorlaşmış durumda. Batılı medya organları her ne kadar bildik ezberlerle tam tersi bir görüntüyü hakim kılmaya çalışsa da, Türkiye’de 15 Temmuz günü başarısız bir darbe girişiminin yanında demokrasimiz açısından bir dönüm noktası ve mahiyet değişimi de yaşadı. Bütün demografik, mezhebi, etnik ve siyasi katmanlarını içerecek şekilde Türk toplumu doğrudan ülkenin gidişatına müdahil oldu. İktidarından muhalefetine bütün siyasi aktörler 15 Temmuz darbe girişimini yorumlarken ittifakla FETÖ liderinin Amerika’da yaşadığına dikkat çektiler ve terör örgütü liderinin bir an önce Türkiye’ye iade edilmesini istediler. Yenikapı’da ve diğer meydanlarda toplanan milyonların da ortak talebi bu yönde. Hâl böyle olunca Türk-Amerikan ilişkileri düşünülürken bu talep göz ardı edilemez.
15 Temmuz darbe girişiminin Türk-Amerikan ilişkileri üzerinde bir diğer fakat bu sefer olumlu kırılma etkisi ise FETÖ lideri Gülen’in Türkiye’ye iade edilmesi ile ortaya çıkabilir. Böylece Amerika yukarıda sıralanan soruların yakıcı yükünden kurtulacaktır ve ilişkiler hepsi birbirinden büyük öneme sahip diğer başlıklarda yoğunlaşabilecektir. Bu adım Gülen’in iadesi bağlamında yaşanan gerilimi sonlandıracağı gibi Amerika’nın PKK’nın Suriye kolu PYD’ye verdiği destek nedeni ile Türk kamuoyunda maalesef yükselme emareleri göstermeye başlayan anti-Amerikancı tepkiyi de durduracaktır.
Zor ve karmaşık gibi gözüken sorunların çözümü bazen daha kolay ve basit olabilir, eğer tarafların başka ajandaları yoksa!
[Türkiye, 9 Ağustos 2016].