Darbeler, başarılı veya başarısız olsa da toplumların hayatında dönüm noktası olurlar. Çok şükür ki; 15 Temmuz darbe girişimi başarısız oldu. Bu sebeple başarısız darbe girişimi üzerinden henüz bir ay geçmişken, bu hain girişimin toplumumuz üzerinde yapacağı değişiklikleri konuşma lüksüne sahibiz. Düşünsenize, hain darbe girişimi başarılı olsaydı, toplum düşmanı olan FETÖ’cü manyaklar, ülkemizi bir “açık hava tımarhanesine” çevirmiş olacaklardı. Kendinden olmayanı ‘öteki’ gören bu aşağılık zihniyet, giriştiği bu alçakça işi başarmış olsaydı, ülkemiz işgale uğrayacaktı. Böylesi bir işgal ortamında, şüphesiz ki kimimiz hapiste, kimimiz “firar”da olacaktık. “Sokaktaki Vatandaş” ise çoktan patlak vermiş olan ekonomik kriz şartlarında, çoluğunun çocuğunun boğazından geçecek bir lokma ekmeği bulmak için uğraşacaktı. Allah’a binlerce kez şükürler olsun ki, bu alçak darbe girişimi başarısız oldu!
Bugün bu karamsar tabloda başarısız girişimin sonuçlarını konuşuyoruz. Hatta Reis-i Cumhurumuz Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi “bu şerden nasıl bir hayır çıkarırız” diye düşünüyoruz. Gerçekten de 15 Temmuz ne kadar hain ve melun bir girişimse, püskürtülmesi ile ortaya çıkan neticeler de o kadar hayırlı oldu!
Bu hayırlı neticeler içerisinde ilk aklıma gelen; farklı toplumsal gruplar arasındaki mesafenin azalmasıdır. 15 Temmuz gecesi malını ve canını düşünmeden meydanlara inerek hain darbe girişimi karşısında dimdik duran güzideler, yedisinden yetmişine, toplumun pek çok farklı kesimindendi. 15 Temmuz gecesi, ayrılıklar bir oldu, küsler barıştı, uzaklar yakın oldu. Farklı toplumsal gruplar arasındaki mesafeler azaldı. Mesele “vatan-millet” meselesiydi ve biz bu hususta nasıl bir millet olduğumuzu 15 Temmuz gecesi bütün dünyaya gösterdik. Bütün dünyaya millet olmanın nemene bir şey olduğunun dersini verdik. Bu kutlu gecenin birliği ve dirliği bu şerefli milletimizin dirayeti ile vatan nöbetlerinde devam etti, son kertede “7 Ağustos Yenikapı Mitingi” de âdeta farklı toplumsal gruplar arasındaki yakınlaşmanın resmi oldu. Yenikapı görüntüsü, resmin ötesinde bir şaheserdi.
Bu yakınlaştırıcı etkinin yanında, 15 Temmuz’un püskürtülmüş olmasının bir diğer olumlu etkisi, farklı toplumsal ve ideolojik grupları dönüştürmesi oldu. Dönüşüm kısa sürede kolay kolay gözlemlenebilecek bir süreç olmasa da 15 Temmuz sonrası, vatan nöbetlerine, meydanlara, caddelere, sokaklara baktığımızda, bu dönüşümü öngörmemiz çok da zor değil. Diğer birçokları arasında, bir toplum kesimi olarak dindarların ve muhafazakâr siyasetin yaşayacağı öngörülen dönüşüm üzerine konuşmaya değer.
2000’lere kadar devam eden ve neredeyse kemikleşmiş olan radikal laiklik politikaları, dindar toplum kesimlerini ve muhafazakâr siyaseti, devletten ve devletle ilişkili olan duygu ve düşüncelerden uzaklaştırmıştı. Devlet dindarlara zulmettikçe dindarlar ile devlet arasındaki mesafe açıldı. Kritik olan nokta, bu açıklığın hiçbir zaman düşmanlık hâlini almamasıdır. 90’lı yıllarda devlet, yaşanan ekonomik krizleri, artan terörü, zirve noktasına ulaşmış olan siyasi ve ekonomik yozlaşmayı bir kenara bırakıp, bütün enerjisini “dindarlarla mücadele”ye harcasa da, dindarlar devlete düşman olmadılar. Çünkü her ne kadar devlet onlara zulmetse de devlet onların devletiydi. Muhafazakârlar, bu devletin kıymetini ve değerini her vakit kendilerine bu zulmü yapanlardan daha çok bildiler. Sahip oldukları feraset ve basiretle de asla devlete düşman olmadılar. Mağdurdular, kızdılar, hayal kırıklığına uğradılar, canları yandı, işlerini ve evlerini kaybettiler, hayallerinden oldular, hak ettikleri her şey radikal laik politikaların zihinleri ve benlikleri işgal ettiği kişilerin yönettiği devlet tarafından ellerinden alındı, namusu bildikleri devlet dört bir elden onların canını yaktı ancak onlar devletlerine küsmediler, ihanet etmediler, devlet tarafından başlarına gelen her badireye göğüs gerdiler, sabırla haklarını aradılar. Kimisi meydanlara çıktı protesto gösterileri düzenledi; kimisi, Rasim Özdenören’in “Gül Yetiştiren Adam”ı oldu, köşesine çekildi. Lakin hiçbiri devlete düşman olmadı. Bu zümre, devlete düşman olmadığı gibi Müslümanlara zulmedenlere de prim vermedi. FETÖ’cüler gibi Müslümanlara zulmeden İslam düşmanlarına ‘saygı-sevgi’ methiyeleri düzmedi, İslam’ın farzlarından taviz vererek, şeriati kaideleri çiğneyerek, Müslümanlara devlet eliyle zulmedenlere “eyvallah” demedi. Ve bu dindar, muhafazakâr zümre hiçbir zaman devlete düşman olmadı, en fazla devletle araları açıldı. Devletle araları ne kadar açık olursa olsun 15 Temmuz’da, iş başa düştüğünde, sokaklara çıkıp aralarının açık olduğu devleti kurtarmak için bir dakika bile tereddüt etmediler. Evet, herkes sokaklardaydı, evet herkes gözünü kırpmadan canını feda etmeye hazırdı ama 2002’ye kadar devletle arası açık olan ve 2002’den bugüne kadar da devletle arası tam olarak kapanmayan muhafazakârlar tam kadro oradaydılar. 15 Temmuz’u 16’ya bağlayan geceden sonra da 27 günlük vatan nöbetinde yine çoğunluğu onlar oluşturdular. Ellerinde bayrak, dillerinde tekbir, kulaklarında 90’ların marş ve ezgileri ile hep oradaydılar. Kurşunlara gövdelerini siper ederek, tankların namlusuna göğüs dayayarak, bir taraftan da tepelerinden uçan F-16’lara “bir çare” bulamamış olmanın öfkesini yaşayarak milleti, devleti ve vatanı kurtardılar.
Bu çabanın, dindar toplum kesimleri ile devlet arasındaki mesafeyi tamamen kapatacağı öngörüsünde bulunmak hiç de zor değil. Çünkü bu insanlar için devlet camide, tekkede, medresede, Kur’an kursunda, vakıfta “din-ü devlet, vatan ve millet” diyerek bir çırpıda hayrına ve selametine dua ettikleri bütünün vazgeçilmez bir parçasıdır. Birilerinin entelektüel fantezilerine, çıkarlarına, ön yargılarına ve küçük siyasi hesaplarına uymasa da, bu böyledir!
[Türkiye, 16 Ağustos 2016].