Yeni Zelanda'daki katliam dünya gündemini meşgul etmeye devam ediyor. Etmeli de... Zira 51 Müslümanı camide öldüren teröristin eylemi ve söylemi sadece Batı'daki beyaz, ırkçı radikalizmi körüklemiyor. İslam dünyasındaki El Kaide ve DEAŞ gibi radikalleri de daha güçlü şekilde sahaya çağırıyor. Yani radikalizmin iki ucunu da tetikliyor. Suriye ve Irak'taki toprak varlığı sona eren DEAŞ'ın ideolojisinin yenilmediğini uzmanlar ısrarla tekrarlıyor. Nitekim DEAŞ sözcüsü altı aylık sessizliğini bozarak "yenilmediklerini" söyledi. Yeni Zelanda'daki cami saldırılarına "misilleme yapılmasını" istedi. Bugün, dünyamızın, terörün dini inançla meşrulaştırılmasına karşı büyük bir mücadele vermesi gerekiyor. Yarınlarımızın, her türden radikalliğin üreteceği yeni nesil terör eylemlerinden ve terörist tiplemelerinden korunabilmesi için. Yeni Zelanda'daki katliamın dünya kamuoyunu hareketlendirecek bir olay olarak görülmesi gerekirdi. Ne yazık ki Yeni Zelanda Başbakanı Ardern'in sağduyulu tavrının aksine Batı dünyasından gelen tepkiler cılız kaldı. Terör kınaması yerine "anlamsız şiddet" kınaması yapanlar oldu. Başörtüsü takarak şehit ailelerini ziyaret eden ve Parlamento'da Kur'an okutan Anders ise, Yeni Zelanda halkını da seferber edebildi. Göçmenlerin kurduğu ve yükselttiği bir ülkenin vatandaşları da camilere sahip çıktı. Ardern'in Başkan Trump'a "Müslümanlara sempati gösterin" tavsiyesinde bulunması da ayrıca manidardı. Müslümanlara sempati teröre verilen güzel bir cevaptı. Ama yine de yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Radikalizmin doğudaki ve batıdaki uçlarının "Hilal-Haçlı savaşı" ya da "medeniyetler çatışması" çıkarmaması için daha cesur ve nitelikli politikalara ihtiyacımız var. Öncelikle Batı ülkeleri "İslam karşıtlığını" çok ciddi bir tehdit olarak ele almaya başlamalı. Aşırı sağın ırkçı ideolojisinin kendi merkezi değerlerini ve kurumlarını esir alma noktasına doğru gittiğini görmeliler. Bu zamana kadar özellikle 11 Eylül'den sonra Müslümanlar arasındaki radikalleşmeye odaklanıldı. Çözüm de işgallerde ve terör karşıtı operasyonlarda görüldü. Filistin başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde Müslümanların uğradığı zulme gerekli önem verilmedi. Zulme seyirci kalınması "sahipsizlik duygusunu" derinleştirdi. Ciddi bir yoksunluğa dayanmayan Batıdaki radikalleşme de istisnai değil. Hızlı bir yayılma eğiliminde olduğunu öngörmeliyiz. İki uçtaki radikallerdeki "sahipsizlik" duygusunu yok etmek için kınama ya da sempati yeterli değil. Mücadeleyi göze alan cesur bir liderlik gerekiyor. Teröristin suikast listesindeki birisi olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Batılı liderlere Ardern'den "cesaret, liderlik ve samimiyet" öğrenmelerini önermesi bu açıdan önemliydi. Ayrıca Erdoğan'ın "Biz dünyada yeniden Haçlı-Hilal mücadelesi istemiyoruz. Çok merak ediyorsanız gereği de olur" demesini de doğru anlamak lazım. Batı'ya karşıtlık yapmıyor. Eleştiri ve öneri de bulunurken terör tehdidine de meydan okuyor. Unutmayalım, İslam dünyasındaki radikalizm, Müslümanların sorunlarına sahip çıkan kararlı bir liderlikle engellenebilir. Bunun için gerekirse Erdoğan, Batı hakimiyetindeki bozuk düzeni eleştirmekten geri durmuyor. Bu arada, İİT'nin acil toplanması ve Yeni Zelanda dış işleri bakanının bu toplantıya katılması olumlu bir adım. Dünyaya medeniyetlerin ittifakına ve insanlığın ortak değerlerine dair güçlü bir mesaj verilmeli.
[Sabah, 22 Mart 2019].