Aslında zaman zaman bu tartışmaların tekrarlanması bazı açılardan faydalı. En azından, eski Türkiye’yi temsil eden çevrelerin hâlâ yerinde sayıp saymadığını anlayabiliyoruz.
Din ve dinî alana ilişkin bakış açıların değişip değişmediği görebiliyoruz.
Toplumun geniş kesimlerinin değer ve inanç dünyasını aşağılamak için hiçbir fırsatı ıskalamadıklarını yeniden müşahede ediyoruz.
Her gün “özgürlük”, “adalet”, “yaşam şekline saygı” sloganları atan bu çevrelerin, kendilerinin dışındaki mütedeyyin ve muhafazakâr çevrelerin yaşam şekli söz konusu olduğunda nasıl da yasaklayıcı, kısıtlayıcı, reddedici bir tutuma büründüklerini yeniden test etmiş oluyoruz.
Kendilerine karşı, müstakil bile olsa ötekileştirici bir söylem kullanıldığında yeri göğü inleten bu çevrelerin, başkaları söz konusu olunca faşizan bir eğilimle nasıl saldırganlaşabileceklerinin yeniden farkına varıyoruz.
Bazen, siyasette bu kadar değişim ve dönüşüm olmasına rağmen, bu çevrelerin de aynı yerde çakılı kalamayacaklarını düşünüyoruz. Ama bu test alanları bu düşüncemizi her defasında yanlışlıyor.
Başka bir açıdan bakıldığında, yeni nesiller de “eski Türkiye” olarak ifade edilen dönemin ve bu dönemin sahipliğini kendisinde gören çevrelerin neye tekabül ettiğini, bu tartışmalar sayesinde öğrenmiş oluyor.
Bahsettiğim mesele son haftalardaki şu konularda yapılan tartışmalar: Evrim teorisi ve cihat kavramının müfredata eklenmesi ya da çıkarılması, müftülüklere de nikâh kıyma yetkisinin verilmesi, milletvekilliği elinden zorla alınan ve Meclis’te linç girişimine maruz kalan Merve Kavakçı’ya haklarının iade edilerek büyükelçi atanması vb.
Önce şunu hemen belirteyim. Bu konularda yapılan karşıt tartışmaların konunun gerçekliği ile çoğu zaman yakından uzaktan ilgisi yok.
Daha önceden duygusal yatırım yapılan “değer yüklü konular”ın gündeme gelmesi, muhafazakâr kesimlerin değer dünyasına saldırmak için yeterli.
Hâlbuki bu kesimlere suçlamak için atfettikleri konuların birçoğu ezberlenmiş tekrarlar. Din ve dört eşlilik arasında kurulan ilişkide olduğu gibi.
Ayrıca, suçlama olarak kullandıkları argümanlar, sadece muhafazakâr ve mütedeyyin kesimlerin sorunları da değil.
Üşenmeyip müfredat konusundaki evrim-cihat meselesi ve müftülere nikâh kıyma yetkisinin verilmesi hakkında yazılan eleştirel köşe yazılarının hepsine baktım. Siyasetçilerin demeçlerini takip ettim.
Neye, nasıl ve hangi gerekçe ile karşı çıktılarını anlamaya çalıştım.
Hepsinde ortak tutum, her iki düzenleme ile ilgili yeni olanın ne olduğu ile ilgilenmiyorlar. İçerik onların baktığı bir mesele değil.
Hepsi çerçevelendirilmiş daha önceden işlevselleştirilmiş konuları gündeme getirerek meseleyi tartışıyorlar.
İlgilendikleri tek konu, söz konusu tartışmalarla kendi blokuna iktidar karşıtı bir söylem üretebilmek.
Diğer taraftan, bu konulardaki tartışmaların uluslararası alana pazarlanması için özel bir çaba ve dil kullanıyorlar.
Daha önceden, hükûmete yönelik bu konularda uluslararası çevrelerden gelen eleştirileri ustaca tartışmalarının bir tarafına iliştiriyorlar.
Cihat kavramının müfredata nasıl dâhil edildiğine bakmıyorlar. Evrim meselesinin müfredattan ne şekilde ve hangi sınıflarda çıkarıldığı ile ilgilenmiyorlar.
Laiklik ilkesine aykırı olduğunu söyledikleri, müftülere nikâh kıyma yetkisinin hangi bağlamda aykırı olduğunu söyleme zahmetinde bile katlanmıyorlar. Müftü ve laiklik ilkesinin aynı cümlede kullanılmasının işlerini göreceğini düşünüyorlar.
Mevcut hâlinde evlendirme memuru ve 18 binden fazla muhtara verilen evlendirme yetkisinin müftülere de verilmesinin sakıncasını bir türlü gerekçelendiremiyorlar. Bugüne kadar müftülerin bu konuda yetkisi olmamasına rağmen, evlilikle ilgili hâlen sorun olan mevzuların hepsini getirip müftünün üzerine yıkıyorlar.
Çünkü hepsinin zihninde, müftü ile ilgili kodlanmış dogmatik düşünceler var. Müftünün mevcut kanuna göre hareket edeceğine inanamıyorlar. Çünkü dini olana karşı olumlu düşünceler bu kişilerde alerji yapıyor.
Dolayısıyla “eski Türkiye”yi temsil eden çevrelerde değişen bir şey yok.
Bu çevreler, bu ve bunun gibi meseleleri gerçekten sahici bir şekilde ideolojik konumlanmanın ötesinde tartışabilseler, olumsuz sonuçları olabilecek değişikliklerle ilgili, karar alıcılar çok daha dikkatli bir siyaset izlemek zorunda kalırlar.
[Türkiye, 01 Ağustos 2017].