Geçtiğimiz hafta uluslararası politikada çarpıcı gelişmelere şahit olduk. İlki G7 zirvesinde Trump'ın uzun zamandır ısrarcı olduğu yeni ticaret düzenlemeleri arayışını bir krize dönüştürmesiydi. Trump hem yeni ticaret savaşı olarak adlandırılan uygulamalarına hız verdi hem de Rusya'nın yeniden kapitalist topluluğun içine kabul edilmesini istedi. Zirveye ise Alman Şansölye Merkel'in resmi Instagram hesabından paylaştığı fotoğraf damgasını vurdu. Fotoğraf uluslararası siyasetin mevcut durumunun adeta kristalize olmuş haliydi. Sonrasında ise Trump, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile tarihi bir görüşme gerçekleştirdi. Bugüne kadar hiçbir ABD başkanı buna cesaret edememişti. Daha doğrusu, ambargoyu en iyi caydırıcı seçenek olarak görmüşlerdi. Trump ise açıkça nükleer silahlanma sevdasından vazgeçmezse saldırı tehdidinde bulunarak K. Kore'yi anlaşma masasına çekti. Birçok başka sebebi olsa da Trump'ın K. Kore hamlesi en önemli dış politika başarısı olarak tarihe geçebilir. Ancak yine de K. Kore meselesi henüz çözülmüş değil. Bir uçta Kanada'da G7 zirvesiyle kendi kurduğu liberal ekonomik düzene meydan okuyan ABD, öte yanda K. Kore'yi dizginleyecek bir caydırıcılık siyaseti izliyor. Bu caydırıcılık siyasetine bir de İran cephesini eklerseniz Trump'ın başarılı olup olmadığı konusunu daha dikkatli tartışmak zorunda kalabilirsiniz. Trump ile Atlantik ittifakı arasındaki çatlak sadece liberal ekonomik düzeni tehdit etmesi değil. İklim anlaşmasına meydan okuması, İran nükleer anlaşmasından çekilmesi ve Filistin konusundaki radikal çıkışı düşünüldüğünde Trans-Atlantik ilişkilerin yeniden değerlendirilmesi gerekir.
Küresel belirsizlik Küresel sistem bir geçiş dönemini yaşıyor. Bu geçiş dönemi uzun zamandan bu yana devam ediyor ancak Trump bu dönüşümü ya hızlandıracak ve daha radikal bir şekil verecek ya da sistem giderek daha fazla içe doğru krize girecek. Tam da bu noktada Türkiye'nin seçimi daha da önemli hale geliyor. Zira sistem her yönüyle ya çatlayacak ya da dönüşüme uğrayacak. Askeri, ekonomik ve siyasi düzeyde sistem kendini yenilemek zorunda. Yenileme bugüne kadar iki türlü temayüz etti tarihte: biri savaş, diğeri uzlaşı. Şu anda bölgesel ölçekte yenilenme arayışı ise çatışma eksenine oturmuş durumda. Avrupa ekseninde Ukrayna üzerinden Rusya-Avrupa çatışması, Trump'ın NATO'yu tartışmalı hale getirmesi ve bütün kıta ölçeğine yayılan Avrupa'nın siyasal krizi bunlardan en önemlileri. Ortadoğu ekseninde ise neredeyse bütün aktörler çatışma içinde. Asya ise daha karmaşık bir sistem ama kriz ve çatışma dinamiklerinden uzak değil. Hatta belki krizin patlak vereceği yeni bir sinir ucuna bile dönüşebilir. Trump ise uzlaşmaktan yana görünmüyor ve sistemi kendi inanışının bir sonucu olarak ABD lehine yeniden düzenlemek istiyor. Ancak bunu yaparken sadece kendisini düşünüyor. 20 ve 21. yüzyıllarda ABD bu yenilenmeyi üç kez denedi. Bu dördüncü denemesi. İlki hemen Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Wilson tarafından dizayn edilen sistemdi, ama başarısız oldu. İkincisi ise hemen İkinci Dünya Savaşı'nın ardından hayata geçirildi ve başarılı oldu. ABD sistemi kurallar üzerine inşa etti ve diğerlerini de bu kurallara uymak zorunda bırakılarak bir sistem ortaya çıkardı. Üçüncüsü ise Soğuk Savaş'ın hemen bitiminde Bush ile hayata geçirilmeye çalışıldı. Ne var ki Bush'un yeni dünya düzeni retorikten pek öteye gidemedi. ABD uzun süre tek kutuplu yapının tadını çıkardı. Ancak bu da çok uzun sürmedi. G7'deki kriz tam da yeniden düzenleme tartışmalarının merkezine oturuyor. ABD bugüne kadar üç tür davranış sergiledi. Ya sistemi terk etti ya dönüştürdü ya da domine etti. Trump sistemi dönüştürmek istiyor ancak temel sorunu sistemden kendi çekerek içe kapanmacı bir yol tercih etmesi. Bunun ne kadar mümkün olup olmadığı ayrı bir tartışma ancak Trump'ın askeri sınamalar sürerken bu durumu kotarması pek mümkün görünmüyor. Bugün küresel ekonomik düzen kuşkuya yer bırakmayacak biçimde adil değildir. Ancak Trump'ın yeni ekonomik milliyetçiliği ve kuru popülizmi bu adaletsizliği daha da artıracağa benziyor. ABD hala dünyanın tek süper gücü. K. Kore meselesini kolaylaştıran en önemli faktör de ABD'nin bu konumuydu.
Türkiye'nin tercihi ve geleceği Bütün bu hengame ve yeniden yapılanma arayışı içinde Türkiye kendine yeni bir yön vermek zorunda. 2012 ve hatta 2013 öncesinin konforu (uluslararası ve bölgesel konjonktür bağlamında) üzerine Türkiye de siyaset yapmak artık çok zor. AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan siyaseti de çıtayı çok ama çok yukarı taşımış durumda. Türkiye'nin uluslararası sistemin bu denli kırılgan olduğu bir zamanda zayıf ve tecrübesiz bir iktidar tarafından yönetilmesi tam bir felaketle sonuçlanabilir. Bu yeni dönemin ise üç temel gerekliliği var. Birincisi güçlü liderlik, ikincisi güce (ekonomik,askeri, teknolojik) yatırım ve üçüncüsü siyasi irade. Bu üçü Türkiye'yi sistemin dönüşümünün ya da çökmesinin ardından daha bağımsız ve etkin bir güç haline dönüştürebilir. Böylesi bir arayışta TİKA'yı kapatmaktan, Kanal İstanbul projesini durdurmaktan, teknolojik yükselişe ket vurmaktan ve hızlı treni göçe bağlayarak durdurmaktan bahsedenlerin Türkiye'nin küresel sistemde rol ve yer arayışını anlamaları pek mümkün değil. 24 Haziran seçimleri basit bir iktidar seçimi değil, Türkiye'yi bu küresel dönüşüme adapte edebilecek ve ülkenin restorasyonunu da kararlı bir şekilde hayata geçirecek iktidarın seçimi. Bunu hayata geçirecek çerçeve oldukça açık: güçlü liderlik, siyasi irade ve güce daha fazla yatırım. Seçimlere bir de bu gözle bakın!
[Sabah, 16 Haziran 2018].