SETA > Yorum |
İran'la Hassas Dengeler

İran'la Hassas Dengeler

Özellikle 2004 yılında dönemin Başbakanı Erdoğan'ın İran ziyaretiyle yumuşayan ilişkiler, ticaret ve yatırım anlaşmalarına gözle görülür bir ivme kazandırdı.

Türk-İran ilişkilerindeki birikim de, Kasr-ı Şirin ile çizilen sınır da, bugün bazı ülkelerin kendi tarihinden bile köklü. Kâh iyi kâh kötü yaşanmışlıkların olduğu bu tarihçenin verdiği ana mesaj ise, iki gücün, hassas ilişki dengelerini bir şekilde koruyarak bugüne kadar geldiği.

Cumhuriyet dönemi itibariyle bakmaya başlarsak, İran Devrimi'ne kadar ılımlı ilişkilerin ve hatta işbirliklerinin olduğu bir süreç göze çarpıyor. Devrim'den sonra ise temkinli durmakla birlikte, ekonomik bağlarımızı kesip atmamışız. Hatta merhum Özal'ın, ikili ilişkilerin canlanması gerektiğine dair yaklaşımı da bilinir.

Türkiye'nin dönüşüm noktalarından olan Özal döneminde benimsenen dış politikaya genel hatlarıyla bakıldığında, dünyayı ve bölgeyi doğru okuyabilme üzerine kurulu bir görünüm ortaya çıkıyor. O gün de, Ortadoğu'nun çalkantılara sahne olduğunu ve İran'ın bölgedeki algısının pek sevimli olmadığını söylemeye gerek yok. Bununla birlikte, Batı'yla, Asya'yla ve İslam ülkeleriyle yakınlaşmalarıyla dikkat çeken Özal'lı Türkiye'nin, tüm bu dinamiklerin içinde bir çıkıntı oluşturan İran'la da dengeleri korumaya özen gösterdiği anlaşılıyor.

MESAFEYİ AYARLAMAK

Üstelik ortalığın ekseriyetle, süt liman olmadığı malum… Özellikle 90'larda iki ülke arasındaki gerginliklerin tırmandığı dönemlere de sık sık şahit olundu. Bölgede iki önemli güç olan Türkiye ve İran'ın, çevrelerindeki oluşumlara farklı cephelerden yaklaşması da, ayrışmaların temel dinamiklerindendi. Bu bağlamda, gerektiğinde mesafeli, gerektiğinde ise sıcak davranmanın, Türkiye açısından stratejik sebepleri olduğu söylenebilir.

2000'lerde ise, gerek sıfır problem yaklaşımı gerekse diğer bölgesel gelişmeler çerçevesinde, ilişkilerde bir canlanma görüldü. Özellikle 2004 yılında dönemin Başbakanı Erdoğan'ın İran ziyaretiyle yumuşayan ilişkiler, ticaret ve yatırım anlaşmalarına gözle görülür bir ivme kazandırdı.

Bu yılların, aynı zamanda enerjideki bağları güçlendirdiği bir hamle içerdiğinin de altını çizmek gerek. Nitekim 1995-96 döneminde atılan doğalgaz adımlarının, 2000'lerde ilerilere taşındığına şahit olduk. Tüm bu çabalardaki temel amacın ise, bir işbirliği havzası oluşturmak ve karşılıklı çıkarları mevcut kısıtlara tabi olarak maksimize etmek olduğu ifade edilebilir. Peki diğer alanlardaki sorunlara rağmen, ekonomik ilişkiler güllük gülistanlık mı gitti derseniz; elbette hayır. Doğalgazda süregelen sorunlardan tutun, TIR krizine kadar çeşitli anlaşmazlıklar yaşandı ve yaşanıyor.

Ayrıca bir 3. taraf etkisi olarak, nükleer programından dolayı İran'a uygulanan yaptırımların yansımaları da, ikili ekonomik ilişkilerin seyrinde aksaklıklara yol açtı. Öte yandan bu süreçte Türkiye'nin barışçıl çözümleri desteklemesi ise, kayıtlara geçti.

NÜKLEER SÜRECİYLE GELEN

Bu bağlamda, geçen hafta İran ve P5+1 ülkelerinin üzerinde anlaşmaya vardığı çerçeve anlaşma, yeni bir dönemin kapısını aralayacağa benziyor. Bir aksilik olmadığı takdirde nükleerde iyi bir çocuk moduna girmesi beklenen İran, yıpranan ekonomisini toparlama şansına kavuşacak. Anlaşmanın İran'a yaratacağı fırsatların, bölgeye de olumlu izler bırakması muhtemel...

Bu bağlamda, beklenen yeni dönemde Türkiye-İran ekonomik ilişkileri de serpilmeye aday. Evet; İran'a ilişkin olarak, Suriye başta olmak üzere çeşitli problem alanlarının var olduğu ortada. Ancak bu, geçmişteki örneklerde de görüldüğü gibi, işbirlikleriyle dolu bir portrenin çizilmesine de mani olmuyor. Her iki taraf da, bu ayırımın öneminin farkında…

Tabii siyasi gerginliklerin, ekonomik ilişkilere de bir şekilde olumsuz yansıyabildiğini inkâr edemeyiz. Ancak diğer taraftan bakacak olursak, sevdiğim o sözün dediği gibi; “Ticaretin doğal bir sonucu, barışı getirmesidir”. Bir diğer deyişle, ekonomik bağları güçlendirmenin, daha yumuşak siyasi yaklaşımları da kaçınılmaz kılması beklenir.

OPTİMİZASYON PROBLEMİ

Bugün küresel ekonominin keyifsiz bir tablo çizdiği, mal piyasalarından döviz piyasalarına kadar çeşitli gelişmelerin dış ticaretimizde olumsuzluklara sebep olduğu bir dönemde, işbirliklerimizi artırma gerekliliği her zamankinden daha çok ön plana çıkıyor.

Dünyanın sağına soluna baktığımızda, birçok irili ufaklı gücün de bunu yaptığını görmüyor muyuz? Bu köşede sık sık yer verdiğim dünya çapındaki samimi işbirlikleri de, sahte gülücükler de, şiddetli kavgalar da, hep bu güç inşasının telaşı değil mi?

Bu bağlamda, dünden bugüne değişmeyen ihtiyacımız, küresel dinamikleri doğru okuyarak dengeyi buna göre kurmaktır. Söz konusu denge ise; işbirliklerine zemin sağlayacak derecede ılımlı, sahip olunan gücü korumaya yetecek derecede de dik durmak olarak tanımlanabilir. Son dönemde gerek İran'la gerekse diğer ülkelerle olan ilişkilerimizi ve ilgili gelişmeleri, bu bakış açısıyla ele almak gerek.

Sözün özü; Türkiye'nin önünde duran büyük resimde çözmesi gereken problemin adı, optimizasyon. Üstelik dinamik… Modellemesi de, çözümlemesi de apayrı zor ancak küresel arenadaki adımlarımızı ince hesaplara göre atmaktan başka çaremiz de yok.

[Yeni Şafak, 10 Nisan 2015]