Malum olduğu üzere PKK her ne kadar kendini halkların kardeşliği için savaşan Marksist-Leninist bir hareket olarak tanımlasa da aslında Ortadoğu’da Kürt ulus devleti kurmaya yönelmiş faşist ve gerici bir örgüttür. PKK faşist bir harekettir çünkü hayal edilen bu devlette örgütün resmi ideolojisini tasvip etmeyen Kürtlere ya da başka milletlere hayat hakkı yoktur. PKK’nın Türkiye’ye karşı sürdürdüğü terör savaşında kendi gibi düşünmeyen Kürtlere yaptığı katliamlarda, Suriye’nin kuzeyinde oluşturmaya çalıştığı hayali Rojava bölgesindeki Arap ve Türkmenlere karşı etnik, muhalif Kürtlere ise siyasi temizlik operasyonlarında bu duruma defalarca şahit olduk.
PKK tarihi boyunca amacına ulaşmak için siviller ve güvenlik kuvvetlerine yönelik intihar eylemleri, muhaliflere karşı suikast, örgüt içi infaz, haraç, uyuşturucu ticareti ve insan kaçakçılığı gibi meşru bir siyasi mücadelenin parçası olarak asla görülemeyecek eylemleri kullanmakta hiçbir beis görmemiştir.
Avrupa değerleriyle tamamen zıt olarak şiddet ve terörü siyasi bir araç olarak kullanması ve Avrupa devletleri tarafından bir terör örgütü olarak kabul edilmesine rağmen Avrupalı entelektüel ve siyasilerin geneli PKK’yı meşru bir hareket olarak görmektedir. Bu durumu daha da garip ve anlaşılmaz hale getiren husus ise söz konusu ülkelerin NATO bünyesinde uzun zamandır Türkiye’nin müttefiki olmalarıdır.
Bir paradoks gibi gözüken ve açıklanması zor olan bu durumun izahı aslında son derece basittir. Avrupa her ne kadar Türkiye ile müttefik olsa da bu ittifak sadece kendi düşmanları söz konusu olduğunda devreye sokulmaktadır. Türkiye’yi hedef alan diğer tehditler Avrupa’ya yönelmedikçe ittifak göz ardı edilmektedir. Diğer taraftan siyasi gösteriler sırasında gerçekleşen en ufak şiddet olaylarına müsamaha göstermeyen Avrupa, şiddet ve terör eylemlerini siyasetlerinin temel hedefi yapmış PKK ve onun siyasi uzantısı HDP’yi meşru görmeye devam etmektedir. Zira oryantalist bir bakış açısıyla ötekileştirilen Türkiye Avrupa’nın bir parçası değildir ve dolayısıyla da Avrupa’da geçerli olan kriterlerin dışında bırakılmıştır. Dış politikada ilkeler değil menfaatlerin ön plana çıktığının en güzel örneklerinden biri olan bu tutum ile Avrupa Türkiye’ye karşı güçlü bir siyasi karta sahip olmaktadır.
Yukarıdaki perspektiften baktığımız zaman genel olarak Avrupa’nın PKK ve onun uzantısı HDP, PYD gibi siyasi partiler ile ilgili bizim açımızdan anlaşılmaz olan birçok tutumu açıklığa kavuşmaktadır. Örneğin Avrupa bir taraftan siyasi kariyeri boyunca meşru siyasetin dışına çıkmayan ve demokratik seçimlerle işbaşına gelen Erdoğan’ı otoriterlik ve tek adamlık ile suçlarken diğer taraftan neredeyse “Tanrı”laştırılan ve bir kült haline getirilen Abdullah Öcalan’ın liderliği ve emirlerini sorgusuz sualsiz takip eden ve Türk siyasi hayatında birer kukla olmaktan öteye gidemeyen Demirtaş ve avanesini meşru ve demokratik siyasetçiler olarak lanse etmektedir.
Avrupa’nın İkiyüzlülüğü
Demirtaş’ın çağrısıyla sokağa çıkan ve Yasin Börü’yü büyük bir vahşet örneği göstererek şehit eden PKK militanlarının barbarlığı Avrupa basını tarafından tamamen görmezlikten gelinirken Okmeydanı’ndaki sol gruplar tarafından başlatılan şiddet olaylarında ölen Berkin Elvan Avrupa basını tarafından sembolleştirilmektedir.
Aynı Avrupa barış sürecini HDP’li belediyelerin yardımıyla şehirlere silah ve mühimmat yığıp yeni militan devşirmek için kullanan ve Suriye’deki gelişmelerden sonra konjonktür müsait olunca tarihi bir fırsat yakaladığını düşünerek sivil halkın yaşadığı meskun mahalleri hendekler kazarak işgal etmeye yeltenen PKK ve HDP’nin sebep olduğu yıkımı görmezden gelirken, söz konusu teröristlerin şehirlerden temizlenmesi, kamu otoritesinin sağlanması, vatandaşların can ve mal güvenliği için operasyonlar yapan devleti katliamla suçlamaktan çekinmemektedir.
Avrupa’nın ikiyüzlü tutumunun en çarpıcı örneği ise DEAŞ’a karşı savaştığı gerekçesiyle PKK’nın uzantısı YPG’nin, Suriye’nin en demokratik ve liberal hareketi olarak sunulmasıdır. Uzun yıllar boyunca Suriye’de ikinci sınıf muamelesi gören ve siyasi hayata katılmalarına izin verilmeyen Kürtler ve tek adam liderliğine bağlı bir terör örgütü olan PKK’nın bir anda böyle yerden biter gibi demokratik bir kültür geliştirebilmiş olması sosyal bilimler açısından incelenmeye muhtaç bir fenomene işaret etmektedir. Zira hepimizin bildiği üzere demokrasi bir gelenek ve tecrübe işidir, hiçbir toplum bugünden yarına aniden demokratikleşmemiştir.
Buna rağmen Avrupa’da YPG dolayısıyla PKK ile ilgili çizilen resim bir “Alice Harikalar Diyarı” hikayesine benzemektedir. YPG bünyesinde savaşan kadın teröristler bir anda özgürleşmiş nasıl özgürleştikleri meçhul‒ Kürt kadınını temsil ederken YPG de Arap, Türkmen ve diğer milletlerin hakkına riayet eden son derece demokratik bir güç olarak sunulmaktadır. Böylece Rojava kurt ile kuzunun dost olduğu, kimsenin birbirine yan gözle bakmadığı ve yere sigara çöpü bile atmayan yeşil teröristlerin kendi organik yiyeceklerini yetiştirdikleri bir masal ülkesi haline gelmektedir. Niçin yaratıldığı apaçık belli olan ve bize yutturulmaya çalışılan bu zokanın arka planında etnik temizlik, faşizm ve terörün bulunduğu ise izahtan varestedir.
[Kriter, 1 Kasım 2016].