Avrupa Adalet Divanı (European Court of Justice‒ECJ) Avrupa Birliği (AB) bünyesinde yer alan en yüksek mahkemedir. Adalet Divanı, Genel Mahkeme ve uzmanlık mahkemeleri olmak üzere üçlü bir yapıdan oluşur. Adalet Divanı’nın temel amacı Avrupa Birliği hukukunun AB içerisinde her yerde aynı şekilde yorumlanması ve uygulanmasını sağlamaktır. Divan, Birlik hukukunun yorumlanması ve uygulanmasında hukuka bağlılığı sağlama, ulusal hukuk düzenleri ile AB hukuk düzeni arasındaki ilişkilerin uyumu, hukuki denetim, yorum, uyuşmazlık çözme, hukuk yaratma ve boşluk doldurma işlevlerini yerine getirir. Divan, AB hukukundan kaynaklanan birtakım davalara bakmaya yetkilidir. Bunlar genel olarak üye devletler ve AB kurumlarının Birlik hukukuna uyup uymadığının denetlenmesine yönelik davalar ile ulusal mahkemelerde görülmekte olan davaların çözüme bağlanması için gerekli olduğunda AB hukukunun yorumlanmasına ilişkin davalardır.
Divan her üye devletten bir yargıçtan, Genel Mahkeme ise yine her üye devletten en az bir yargıç olmak üzere 28 yargıçtan oluşur. Yargıçlar üye devlet hükümetlerinin mutabakatı ile altı yıl için atanır ve yeniden atanmaları mümkündür. Divan yargıçlarının bağımsızlıkları statülerini düzenleyen çeşitli hükümler aracılığıyla güvence altına alınmıştır. AB Adalet Divanı Lüksemburg’da faaliyet göstermektedir.
2) Avrupa Adalet Divanı ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin görevleri ve kararları açısından bir ilişkisi var mıdır?
Öncelikle Adalet Divanı’nın bir insan hakları mahkemesi olmadığı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile karıştırılmaması gerektiğini belirtmeliyiz. AİHM, AB’nin değil Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin insan hakları mahkemesidir. Divan ise yukarıda belirtildiği üzere AB’nin en yüksek mahkemesidir ve görev alanı insan hakları değildir. Genel olarak AB hukukunun uygulanması ve yorumlanmasıdır. Bu sebeple birazdan bahsedeceğimiz kararın doğrudan insan hakları ihlalini konu edinen ve onu gidermeyi amaçlayan bir dava olmadığı, AB mevzuatının ihlal edilmesine ilişkin olduğu ancak doğrudan din özgürlüğünü etkilediğini belirtmek gerekir. Bu bakımdan bu konudaki benzer başvuruların ileride AİHM’e gitme ihtimali olduğunu söyleyebiliriz.
AİHM’in başörtüsü ile ilgili daha önceden verdiği kararlar, kamuda çalışanlara yönelik “kamusal alan” ya da “tehlike yaratma” gibi gerekçelerle yasak konulabileceği yönündeydi. Ancak Divan’ın bu konudaki eğilimini belirleyen siyasi gelişmeler ve atmosferin AİHM için de geçerli olduğunu ve oradan da yasaklama yönünde olumsuz kararlar gelebileceğini söyleyebiliriz.
3) Avrupa Adalet Divanı’nın tartışmalı başörtüsü kararını özetleyebilir misiniz? Davanın içeriği nedir? Nasıl bu aşamaya gelmiştir? Mahkemenin gerekçeleri nelerdir?
Karara konu olan şikayet Belçika’da yaşayan Samira Achbita isimli Müslüman bir kadın tarafından yapılmış. Belçika’da G4 isimli güvenlik firmasında 2003 yılından itibaren üç yıldır resepsiyonist olarak çalışan Achbita, 2006 yılında işverenine iş yerinde başörtüsü takmak istediğini iletmiştir. Ancak işveren firma siyasi, felsefi ve dini görüşleri görünür şekilde sembolize eden işaretleri taşımanın müşterilere karşı tarafsızlık ilkesine aykırı olacağını gerekçe göstererek bu talebi reddetmiş ve bunun şirketin yazılı olmayan kurallarından olduğunu belirtmiştir. Buna rağmen Achbita iş yerine başörtüsü ile geleceğini bildirince işveren, işyeri yönetmeliğine “firmanın tarafsızlığı ilkesine aykırı bir şekilde siyasi, felsefi ve dini görüşleri görünür şekilde sembolize eden işaretleri taşımanın yasaklandığı” eklenmiştir. Sonunda başörtüsünü çıkarmama konusunda ısrar ederek iş yeri yönetmeliğine aykırı hareket ettiği gerekçesiyle Samira Achbita işten çıkarılmıştır.
Samira Achbita önce Belçika mahkemelerinde dava açmış ve dava Belçika Yargıtayı’na kadar ulaşmıştır. Belçika Yargıtayı iş yerinde başörtüsünün yasaklanmasının işe alma ve iş yerinde eşit muamele konusunda AB’nin 2000 yılında kabul ettiği Direktifine uygun olup olmadığı yolunda Avrupa Adalet Divanı’na başvurmuştur. Böylece dava dosyası ve uyuşmazlık Divan’ın önüne gelmiştir. Yani Divan’ın yaptığı denetim insan hakları ve din özgürlüğünün ihlali olup olmadığı noktasında değil eşit muamele konusundaki AB Direktifine uygunluk hakkındadır.
Divan G4S isimli güvenlik firmasının herhangi bir din ve inanç açısından ayırım yapmadan bir iş yeri düzenlemesi kabul ettiği, dosyada kişiye ve onun inancına yönelik özel bir muamele olduğuna dair delil bulunmadığı ve bu sebeple bu tür bir düzenlemenin doğrudan AB Direktifinde belirtilen ayrımcılık yasağına girmediğini belirtmiştir. Belirli din ve dünya görüşüne sahip kişilerin haksızlığa uğramasına yol açabilecek bir yönetmelikte “dolaylı olarak ayrımcılık”tan söz edilebileceği ancak bu olayda belirli bir dine yönelik yasaklama olmadığı ileri sürülmüştür. Ayrıca işverenlerin, çalışanlarından müşterilerine karşı siyasi, dini ve felsefi tarafsızlığın korunmasını istemesinin meşru olduğu kaydedilmiştir. Böyle bir kuralın özellikle müşterilerle doğrudan temasta olan kişiler için önemli olduğu vurgulanmıştır.
Sonuçta Divan, şirketlerin “siyasi, felsefi veya dini bir işareti görünür şekilde takmayı yasaklamasının ayırımcılık sayılmayacağı” ve müşterilere karşı “kıyafet tarafsızlığı” amacıyla getirilen yasaklamanın ne doğrudan ne de dolaylı olarak eşit davranma yükümlülüğüne ilişkin AB Direktifine aykırı olmadığına karar vermiştir. Son olarak aynı kararda benzer şekilde işten çıkarılan bir kadın için Fransa’dan gelen bir talepte Divan karar vermekten kaçınmıştır. Burada bir müşterinin şikayeti üzerine işten çıkarma gibi farklı durumlar olduğundan karar verilmemiştir.
4) Kararın dayandırıldığı dini semboller ve tarafsızlık şeklindeki gerekçeler konusundaki görüşünüz nedir?
Öncelikle bu kararda yasağın belirli bir din ve inanç grubuna yönelik olmadığı ve genel bir düzenleme yapıldığı söyleniyor. İşverenin savunması ve kararda dini, siyasi ve felsefi semboller gibi genel ifadeler kullanılıyor. Ancak bu tür yasaklardan Müslüman kadınlar ve başörtülülerin etkilendiği ve hatta asıl hedefin onlar olduğu herkes tarafından biliniyor. Nitekim uygulamada bu yasaklar sebebiyle sorun yaşayanlar tüm din mensupları değil Müslümanlar oluyor. Burada başörtüsünün Müslüman kadınlar için İslam dininin zorunlu bir gereği olduğu inancıyla takıldığı gerçeği göz ardı ediliyor. Hatta kişinin inancını dışarıya yansıtması için kullandığı bir sembol kabul ediliyor.
Ayrıca Divan kararı başı açık olmayı “normal/esas olan/asıl” kabul etmiş ve bu sebeple başı açık olmanın tarafsızlık anlamına geldiğini söylemiştir. Buna karşılık başörtülü olmanın ise dini inancı sembolize ettiği ve otomatik olarak tarafsızlığa aykırı olduğu ön yargısı ile hareket etmiştir. Türkiye’de de zaman zaman dillendirilen kamuda çalışan başörtülü kadınların örtülerini sembol olarak taşıdıkları ve bu sembol ile kendilerinden hizmet alan kişilere karşı taraflı olacakları izlenimini verdikleri gerekçesine dayanmıştır.
Bu kararın sadece hukuksal gerekçelere dayanmadığını, Avrupa’da yükselen siyasi atmosferin etkisiyle alındığını söylemek gerektir. Bütün Avrupa’da etkisini artıran aşırı sağcı, İslamofobik ve Türk düşmanı partiler ve siyasetçilerin söylemleri sadece diğer partileri, siyasetçileri ve hükümetleri değil aynı zamanda tüm Avrupa kurumlarını ve bu arada yargı organlarını da etkisi altına almaktadır. Yani bu karar teknik hukuki yönleri de olan siyasi bir karardır.
5) Bu kararın Avrupa’daki Müslümanlar ve Türkler için ileride ne gibi sonuçları olur?
Biraz önce belirttiğim gibi bu tekil bir karar değil Avrupa’da birçok alanda egemen olmaya başlayan siyasetin bir parçasıdır. Nitekim Viyana merkezli AB’nin Temel Haklar Ajansı (European Union Agency for Fundamental Rights–FRA), Adalet Divanı’nın verdiği kararı eşit muamele ilkesi açısından doğru bulduğunu belirterek memnuniyetle karşıladığını açıklamıştır. Benzeri kararların farklı mahkemeler ve kurumlar tarafından alınması ve bu uygulamaların Avrupa çapında yayılması şaşırtıcı olmayacaktır. Şimdiden farklı ülkelerden karara destek açıklamaları geldiğini görüyoruz. Avrupa’nın yıllardır savunduğu ve Türkiye gibi aday ülkelerden talep ettiği çok kültürlülük, insan hakları ve demokrasi gibi değerlerin aksine Avrupa’da İslamofobi ve Türk karşıtlığının güçlenerek devam edeceğini ve Müslümanlar için yaşam koşullarının zorlaşacağını söyleyebiliriz.