The Economist dergisi 2017 Kasım sayısının kapağında "Sosyal Medya demokrasiyi tehdit mi ediyor?" sorusunu soruyordu. Bireylerin ifade özgürlüğü alanını genişletme ve demokrasiyi güçlendirme iddiasında olan bu dijital mecralar nasıl olmuştu da çok kısa bir süre içerisinde demokratik değerleri tehdit eder hale gelmişti. 2009 yılında İran'daki muhalif gösteriler "Twitter Devrimi" olarak nitelendirilmişti. 2011 yılında Arap Baharı ayaklanmaları da Facebook Devrimi olarak pazarlanmıştı. Sosyal medyaya ihtiyatlı yaklaşan düşünürler bu tür tanımlamaların, halkın gücünü küçümseyen, taleplerini göz ardı eden ve Silikon Vadisi şirketlerini yücelten bir reklam kampanyası olduğunu vurguluyorlardı. Geçen zaman içerisinde sosyal medya platformlarının, bireylerin kendilerini özgür biçimde ifade edebilecekleri bir mecra olmaktan öte, bu mecrayı daha etkili ve güçlü biçimde kullanabilen devletlerin, örgütlerin ve şirketlerin faaliyet alanı haline dönüştüğü görüldü. Devletlerin, diğer ülkelerin iç işlerine karıştığı, seçim süreçlerine, toplumsal kırılma noktalarına yönelik müdahalelerde bulunduğu görüldü. Sosyal medyanın "özgür" ortamından faydalanan terör örgütlerinin propaganda yaptığı, (hatta) eleman devşirdiği görüldü. Gerçek ve kurgu arasında kaybolan kullanıcıların, şirketlerin kolay hedefleri haline geldiği ortaya çıktı. Tüm bu süreç içerisinde sosyal medya şirketleri, özgürleştirici sloganları altında bir dokunulmazlık zırhına büründüler. Şirketler, sebep oldukları zararlar dolayısıyla pek çok kez özür dilediler. Bu nedenlerden ötürü dünya genelinde devletler, sosyal medya şirketlerinin serbest hareket kabiliyetlerini kısıtlayıcı yasal düzenlemeler getirmeye başladı. Kullanıcı verilerinin korunması, kullanıcıların ifade özgürlüğünün temin edilmesi, yalan haber ve nefret söylemine karşı kısıtlamaların getirilmesi gibi çeşitli alanlarda düzenlemeler hayata geçirildi.
Demokrasiye Bir Tehdit Olarak Yalan Haber
Rusya'nın 2016 ABD Başkanlık seçimlerine sosyal medya yoluyla müdahale ettiğine ilişkin iddialar ve bulgular, yalan hab ve dezenformasyon tartışmalarının alevlenmesine neden oldu. Hür iradeleriyle seçimlerde oy kullanan sıradan vatandaşlar, seçim kampanyası sırasında yabancı bir devletin dezenformasyon kampanyasına maruz kalmış ve yönlendirilmiş olabilirdi. Batılı ülkelerde bu konuda yapılan araştırmalar sosyal medyada yayılan yalan haberlerin, vatandaşların fikirlerini değiştirebildiğini, kamuoyunun müzakere ve etkileşim sonucu sağlıklı biçimde oluşmasını engelleyebildiğini, oy verme tercihlerini dönüştürebildiğini ve hatta gündelik hayattaki davranışsal tercihler üzerinde etkili olabildiğini ortaya koymuştur. Yani üretilmiş (fabrikasyon) bilgi, bugüne kadar hiç olmadığı (kadar) etkiyi yaratabilmektedir.
Günümüz dijital medyasının "özgürleştirici" doğası gereği bilgi, hiçbir engel tanımaksızın dolaşıma girmektedir. Fikirlerin serbest dolaştığı bu piyasada, kullanıcıların -yani vatandaşların- bu bilgilerin doğruluğunu teyit edecek tek mekanizma olduğu öngörülmektedir. Vatandaşlar hür iradeleriyle kendi haber kaynaklarını seçer. Ancak aynı zamanda neye göre belirlendiği şeffaf olmayan bir süreç dahilinde sosyal medya şirketleri bazı bilgi ve içerikleri öne çıkararak kullanıcılara ulaştırırlar. Tüm bu süreçler, yalan haberin dolaşımını daha karmaşık bir hale getirmektedir. Yalan haber içeriği çoğunlukla belirli bir kaynak tarafından bir hedef doğrultusunda üretilip dolaşıma sokulurken, gerçek kullanıcılar kendi hür iradeleri ve bireysel motivasyonları çerçevesinde bu kampanyaların bir parçası haline gelebilmektedir. Bireyleri, bu yanlış bilgiye karşı koruyacak çok az mekanizma bulunmaktadır. Birçok örnekte görüldüğü üzere sosyal medya şirketleri bu konuda üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmemektedir.
Dijital medya araştırmalarına göre Türkiye, dünyada en çok yalan habere maruz kalan ülke konumundadır. Türkiye'nin yoğun siyasi gündemi, çevresinde yaşanan savaşlar ve diğer gelişmeler Türkiye'yi her zaman bu tür müdahalelere açık hale getirmiştir. Örneğin Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye'nin alacağı tutum, birçok ülke açısından belirleyicidir. Bu nedenle savaş döneminde kamuoyunun belirli bir yönde manipüle edilerek şekillendirilmesi hayati önem taşımaktadır. Aynı zamanda Türkiye'deki seçimlerde hangi adayın kazanacağı konusu sadece Türkiye iç siyasetini ilgilendiren bir konu değil, bölgesel ve küresel aktörlerin yakından takip ettiği ve ilgi gösterdiği bir konudur. Hal böyle olunca, Türkiye'nin yalan haberle mücadele konusunda bir düzenleme yapması kaçınılmazdır.
Avrupa'dan Esinlendi, Yeni Tedbirler de Alınmalı
Türkiye'de internet üzerinden yayıncılık yapan platformlara ilişkin önemli düzenlemeleri içeren ve sosyal medyada dezenformasyonla mücadeleyi hedefleyen "Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" TBMM Başkanlığı'na sunuldu. Kanun teklifi, içeriği itibarıyla Avrupa'da son yıllarda hayata geçirilen bir takım yalan haberle mücadele uygulamalarının son örneği gibi değerlendirilebilir. Avrupa'da tartışılan ve yakın zamanda hayata geçirilen dijital egemenlik sorunu ve buna ilişkin düzenlemeler, dijital hizmetlere ilişkin düzenlemeler, yalan haberle mücadeleye ilişkin düzenlemeler Türkiye'deki yasanın çıkış noktasını oluşturuyor. Örneğin, Fransa Meclisi, seçim kampanyaları süresince hakimlerin yalan haberlerin anında silinmesi emrini verebilmesine imkan sunan yeni bir yasa geçirmiştir. "Bilginin manipülasyonuna ile mücadele" yasası 20 Kasım 2018 tarihinde kabul edilmiştir ve ihlal edenlere bir yıl hapis cezası ya da 75 bin Avro para cezası öngörülmektedir. Yunanistan 11 Kasım 2021 tarihinde ceza kanununda yaptığı değişiklik ile yanlış bilgi yayanların beş yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasını onaylamıştır. Ceza Kanununun 191. Maddesinde göre "vatandaşlar arasında korku ve endişeye neden olan" ya da ulusal ekonomi, savunma veya kamu sağlığına duyulan güveni zedeleyen" yalan haberlerin kamusal ya da çevrimiçi ortamlarda yayılması üç aydan beş yıla kadar hapis cezasıyla sonuçlanabilmektedir. Türkiye'de de benzer şekilde internette yalan haberi kasıtlı olarak üretme ve yayma eylemlerine bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir.
Yalan haberle mücadele düzenlenmelerinde en önemli husus, bu düzenlemelerin yalan haberin dolaşıma sokulmasını engelleyerek, bireylerin özgür tartışma ortamını destekleyecek şekilde hayata geçirilmesidir. Yasa teklifinin gerekçelerinde de kamuoyunun özgür biçimde oluşabilmesi için serbest tartışma ve müzakere ortamının tesis edilmesinin önemine değinilmektedir. Dolayısıyla yasa teklifi, bu perspektifle uygulamaya geçirildiğinde kullanıcıların haklarını koruma altına alan bir işlev görecektir. Ancak dünya genelindeki deneyimler gösteriyor ki, sadece yasal düzenlemeler, yalan haberle mücadelede sınırlı bir etki yaratmaktadır. Bu mücadelenin sivil toplum örgütleri, üniversiteler, sivil denetleme ve teyit mekanizmaları ile güçlendirilmesi gerekmektedir. Pandemi ile birlikte dijital dünyaya daha fazla entegre olan orta ve üstü yaş grubunun dijital okur yazarlık yeteneklerinin arttırılması da gerekmektedir. Yalan haberle mücadelenin geliştirilmesi için devlet, vatandaş ve sosyal medya şirketleri arasındaki iş birliğinin güçlendirilmesi ve sorumluluk alanlarının belirlenmesi gerekmektedir. Önümüzdeki dönemde bu konudaki tartışmalar devam edecektir.
[Sabah, 25 Haziran 2022].