Türkiye, Rusya ve İran Suriye krizinde çözüm arayışı çerçevesinde Astana sürecini başlattıklarında, bu yeni sürecin nasıl yürüyeceğine dair bir öngörüde bulunmak oldukça zordu. Ancak çatışmasızlık bölgelerinin oluşturulmasına yönelik net bir hedef söz konusuydu. Krizin çok taraflı, çok bilinmeyenli ve kaotik bir vekalet savaşına dönüşmüş olması, Astana sürecini yürütecek aktörlerin karşıt pozisyona sahip olmaları, Beşşar Esed’in geleceği başta olmak üzere, ihtilaflı konuların ağırlıkta olması, ABD’nin düşük düzeyde katılım göstermesi, PYD/YPG’nin ayrı bir sorun alanına dönüşmesi, Cenevre ile nasıl bir ilişki kurulacağı gibi birçok problem, yeni sürecin amaçlarına ulaşması konusunda şüpheye neden olmaktaydı.
Astana sürecinin başlamasına olanak tanıyan iki temel husus, tarafların krizi siyasi irade ile çözmeleri ve Esed’in konumu başta olmak üzere, önemli ihtilaf konularını bir kenara bırakarak asgari müştereklerde birleşmeleriydi. Bu anlamda, çatışmasızlık ortamının sağlanması gibi somut bir hedefe yoğunlaşılması, Astana sürecinin devam etmesinde büyük bir rol oynamıştır. Soçi zirvesinde varılan yeni mutabakat da bu somut hedefe ulaşılmasıyla mümkün olmuştur.
Son bir haftada, bir yandan rejimin saldırıları yoğunlaşırken öte yandan Suriye krizine dair gerçekleşen birçok görüşme, müzakere sürecinin de yoğunlaştığına işaret etmekteydi. Putin-Trump, Putin-Esed görüşmeleri ve dün Soçi’de gerçekleşen zirve, müzakerelerin yoğunlaştığının önemli göstergeleriydi. İlk iki görüşmenin içeriğine dair tatmin edici bir açıklama yapılmadı. Ancak Putin’in zirveden sonra yaptığı açıklamalardan, bu iki görüşmenin de zirve çerçevesinde yapıldığı anlaşılıyor. Bir başka deyişle, Putin–Trump görüşmesi bir yandan ABD ile Rusya’nın Suriye’de daha önce vardıkları anlaşmanın güncellendiğine, öte yandan Astana-Cenevre ilişkisi etrafında gerçekleşmiş olabileceğine işaret ediyor. Esed’le görüşmesinde ise Putin’in zirvede sağlanması beklenen mutabakatın çerçevesini iletmiş olması muhtemel.
Soçi zirvesi yeni bir yol haritası mı?
Soçi zirvesi ise Astana sürecinin üç garantör ülkesi olan Türkiye, Rusya ve İran arasında gerçekleşmesi dolayısıyla önem taşıyor. Bu anlamda, Suriye krizinin çözümüne dair daha önce oluşturulan irade çerçevesinde, yol haritası olabilecek yeni somut adımlar atıldığını söylemek mümkün. Bu zirveden önce üzerinde mutabakata varılan konuların bir kısmını teşkil eden Suriye’nin toprak bütünlüğü, ülkenin terör örgütlerinden arındırılması, mültecilerin geri dönüşüne imkân tanıyacak tedbirlerin alınması, insani yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması gibi konular zirvede yeniden vurgulanmıştır. Nitekim bu amaçlar doğrultusunda, yetersiz bir seviyede kalsa da Doğu Guta’ya insani yardım ulaştırılmış ve yine az sayıda da olsa mülteci Halep ve çevresine geri dönmüştü.
Bu zirvede ise bir ‘yol haritası’ olarak adlandırılabilecek şu yeni hususlar dikkati çekiyor: 1. Tarafları bir araya getirecek olan “Ulusal Diyalog Kongresi”nin oluşturulması. 2. Suriye’nin yeniden inşa edilmesi çerçevesinde adımlar atılması. 3. Adil ve şeffaf seçimler yoluyla Suriye’nin geleceğinin Suriyeliler tarafından belirlenmesi. 4. Çatışmaların tamamen durdurulması. 5. Çatışmasızlık bölgelerinde istikrarın sağlanması.
Bu kararların çatışmasızlık durumu üzerinde temellendiği görülüyor. Başka bir deyişle, çatışmasızlık artık verili bir durum olarak ele alınıyor. Rejim ve Rusya’nın gerçekleştirdiği ve muhtemelen bir süre daha devam edecek olan saldırılar, bu ön kabulü değiştirmeyecektir. Kaldı ki Rusya ve rejimin taahhütlere uyarak saldırıları tamamen durdurması, artık temel bir beklenti haline gelmiştir.
Ulusal Diyalog Kongresi
Özellikle bütün tarafları bir araya getirmesi beklenen Ulusal Diyalog Kongresi yeni bir müzakere platformu olarak dikkat çekiyor. Kongre kapsamında yeni anayasa, mültecilerin geri dönüşü, mahkumların serbest bırakılması, seçimler, kurumların yeniden yapılandırılması başta olmak üzere, birçok önemli konu tartışılacaktır. Kongre’ye kimlerin katılacağı, karar mekanizmasının nasıl şekilleneceği, mutabakatı bozan taraflara bir yaptırım uygulanıp uygulanmayacağı gibi ayrıntılar ise henüz netleşmiş değil. Kongrenin başarılı olup olmayacağı üzerinde de tartışmalar şimdiden başlamış görünüyor.
Arap isyanları sürecinde, bu formül bazı farklı yönleri ile Libya ve Yemen’de uygulanmış ve başarısızlığa uğramıştı. Dahası, bu başarısız deneme sonrasında her iki ülkede de iç savaş daha kaotik bir noktaya evrilmişti. Özellikle Yemen’de şiddetlenen iç savaş, insani krizlerle ülkeyi baş edilmesi zor bir noktaya getirmiş durumda.
Çatışmasızlık durumunun korunması hayati
Bu başarısız örnekler Suriye’de başlayan bu sürece dair kötümser bir hava oluşturabilir. Ancak arada önemli farkların olduğunu belirtmekte yarar var. Birinci fark, iç savaşın hem iç aktörler hem de garantör ülkeler için yaratmış olduğu maliyet. İkincisi, bu formülün krizin siyasi çözümüne dair Astana süreciyle beliren bir irade çerçevesinde ortaya çıkmış olması. Dolayısıyla, Suriye’de iç savaş daha kaotik bir evrede olmasına rağmen, Kongre’nin başarılı bir şekilde yürütülmesini sağlayabilecek husus, garantör ülkelerin pozisyonu olacaktır. Kongre kapsamında yürütülecek müzakere sürecinde birçok problemin yaşanacağını öngörmek zor değil. Katılan taraflar arasında büyük anlaşmazlıkların yaşanması, müzakerelerin birçok kez kesintiye uğraması, provokasyon ve suikastlar, akla ilk gelenler. Bütün olumsuzluklara rağmen Kongre’de krizin çözümüne yönelik mesafe alınması, çatışmasızlık durumunun korunması ve garantör ülkelerin kararlığını devam ettirmesiyle mümkün olacaktır. Ancak geri dönen sivillere yönelik intikam saldırılarının önlenmesi ve toplanabildiği takdirde Kongrenin çalışmalarını güvenli bir ortamda yürütebilmesi için iki önemli noktaya dikkat edilmesi gerekiyor: Birincisi, ülkenin terör örgütlerinden ve yabancı savaşçılardan arındırılması; ikincisi ise müzakere ortamını sabote eden taraflara yönelik yaptırım uygulanmasıdır.
Zirvenin Türkiye için anlamı
Zirve henüz başlamadan yapılan yakıştırmalardan biri, bunun bir “Türkiye’yi ikna zirvesi” olacağı idi. Bu yaklaşım, Türkiye’yi kendi dışında kurulmuş bir masada ve yapılandırılmış bir sürece itiraz eden bir aktör olarak resmetmektedir. Halbuki Türkiye’nin Astana sürecinin kurucularından biri olarak zirvede oynadığı rol, bu yaklaşımla kategorik olarak farklılaşmakta. Taraflar elbette çetin müzakerelere girişecek ve bir diğerini kendi pozisyonuna çekmeye çalışacaktır. Bu açıdan tarafların bütün konular üzerinde uzlaşması beklenemez.
Zirveden sonra yapılan açıklamaların satır aralarına bakıldığında, süreç üzerinde tam bir mutabakata varılmadığı izlenimini edinmek mümkün. Türkiye’nin haklı bir şekilde sorun ettiği PYD/YPG’nin diğer iki garantör ülke nezdinde aynı konuma sahip olmaması önemli bir farklılık. Türkiye’nin en hassas olduğu konu olan Suriye’nin toprak bütünlüğünün Rusya ve İran tarafından da ilkesel düzeyde kabul edilmesi önemli bir nokta. Ancak, olası bir federatif bir yapı içinde askeri varlığını koruyan YPG, Türkiye için risk oluşturmaya devam edecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zirve sonrasında yaptığı açıklama bu anlamda önemlidir. Bu açıklamada dikkati çeken hususları şu şekilde özetlemek mümkün: Türkiye krizin siyasi yollarla çözülmesi yönündeki iradesini koruyacak ve sürece katkı yapmaya devam edecektir. Ancak güvenliğine yönelik herhangi bir riski de görmezden gelmesi söz konusu olamaz.
Türkiye’yi ilgilendiren önemli bir husus PYD’nin mevcut haliyle Kongre’de yer alıp almaması meselesidir. Rusya’nın inisiyatifiyle yapılması planlanan ve PYD’nin de davet edildiği Suriye Halklar Kongresi’nin iptal edilerek bu yeni formüle dönüştürülmesi, Türkiye’nin endişelerinin karşılıksız kalmadığını gösteriyor. Başka bir deyişle, garantörlük dolayısıyla söz sahibi olduğu Suriye Ulusal Kongresi, Türkiye’nin varlığından rahatsızlık duyduğu Halklar Kongresini ikame etmiş oldu.
PYD’nin sabotaj potansiyeli
PYD’nin Kongre’ye katılıp katılmaması kadar önemli olan husus, bu yapının sahadaki varlığıdır. Nitekim PKK ile organik bağı konusunda şüphe kalmayan bu örgütün Afrin’deki varlığı, Türkiye için olduğu kadar, çatışmasızlık bölgeleri için de tehdit oluşturuyor. PYD’nin hem kendisi için hem de adına ve uğruna savaştığı ABD’nin stratejisi gereği, süreci sabote etme potansiyelini göz ardı etmemek gerekir. Tarafların çatışmasızlık ve siyasi müzakerelere yoğunlaştığı bir dönemde YPG’nin silah ve militan kapasitesini artırmaya yönelik adımları, bu riskin önemli bir parçası. Kaldı ki DEAŞ varlığının olmadığı Afrin ve çevresinde YPG’nin bulunmasının da bir anlamı yok.
Bütün bu parametreler dikkate alındığında, Soçi zirvesinin özelde Astana süreci, genelde ise Suriye krizi açısından önemli bir dönemeç olduğu söylenebilir. Bu dönemecin aşılması ile krizin çözümü konusunda önemli bir mesafe alınacaktır. Dahası, Cenevre görüşmeleri için somut çıktılar üretilmiş olacak. Bir yol kazası yaşanması durumunda ise dikkat edilmesi gereken husus, şimdiye kadar elde edilmiş olan kazanımların riske edilmemesidir. Aksi takdirde krizin daha şiddetli bir şekilde devam etmesinin önüne geçmek zor olacaktır.
[AA, 23 Kasım 2017]