Dünya ciddi bir krizi yaşıyor.
Bu, dünyanın ilk krizi değil kuşkusuz.
Dünya tarihi, savaşlar, ekonomik krizler, isyanlar ve salgınların neden olduğu krizlerle dolu.
Sosyal, ekonomik, siyasal krizler…
Krizlerin yaşanması kaçınılmaz.
Şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da olacak…
Bu durumda önemli olan, yaşanması beklenen krizlere mümkün olduğu kadar hazırlıklı olmaktır.
Hazırlıklı olmakla krizleri yönetebilmek arasında yakın bir ilişki var kuşkusuz. Ama ikisi tamamen aynı şey de değil.
Hazırlıklı olmak uzun dönemli bir çabanın ürünü iken, krizi yönetmek, bu uzun dönemli hazırlığın üzerine mevcut yönetimin ne koyduğu ile ilgilidir.
Krizi yönetmenin çok farklı boyutları vardır.
Krizi yönetmek, eğer şimdi olduğu gibi sağlıkla ilgili bir krizi yönetiyorsanız, öncelikle sağlık kurumlarını en etkili şekilde çalıştırabilmektir.
Krizi yönetmek, aynı zamanda algıyı yönetmek ve özellikle de algıya yönelik saldırıları yönetmektir.
Krizi yönetmek, krizin yol açtığı ekonomik zararları gidermek ve kurumların sağlıklı işleyebilmesi için gerekli finans kaynaklarını hazır edebilmektir.
Krizi yönetmek, kriz sırasında oluşabilecek güvenlik sorunlarını yönetmektir.
Krizi yönetmek, aynı zamanda dış politikanın da ülke çıkarları doğrultusunda rutin akışında devamlılığını sağlamaktır.
Algıya yönelik saldırılar
Dünyada bir salgın krizi yaşanıyor diye, devletler birbirlerine yönelik güç ve üstünlük mücadelesine son vermiyorlar maalesef.
Aksine, krizi fırsata dönüştürmek isteyen aktörler var.
Bu krizi, dünya politikasındaki dominant pozisyonunu daha da pekiştirmek ve potansiyel rakiplerini ezmek için bir fırsat olarak görenler de olacak, dünya lideri olma hayallerini hayata geçirmek için bir fırsat olarak değerlendirmek isteyenler de.
Bu dönemde özellikle, başka ülkelere karşı nüfuz politikası izleyen devletlerin tavırlarına ve onlardan gelebilecek saldırılara dikkat etmek gerekiyor.
Krizin en sıcak dönemlerinde bu saldırılar, genellikle hedef ülke halkının algısına yönelik hamleler olarak karşımıza çıkar.
Bu tür algı operasyonlarında en fazla başvurulan aracın ise medya olduğu görülüyor. Sosyal medyanın da çok yaygınlaştığı günümüzde, başta Twitter ve Facebook olmak üzere bu tür medya araçlarının da algı operasyonlarında kullanıldığı açık.
Saldırı dışarıdan da gelebiliyor içeriden de…
Hedef bazen krizi fırsata çevirip mevcut iktidarı zayıflatmak ve mümkünse devirmek olabiliyor bazen de kendine ekonomik çıkar imkânları oluşturmak.
Bir yabancı medya kuruluşunun Türkçe servisi tarafından birkaç gündür ısrarla servis edilen “Türkiye’de 150.000 ila 600.000 kişinin öleceği” haberi bu saldırıların açık örneklerinden biri.
Türkiye, şimdiye kadar korona kriziyle mücadelede örnek ülkelerden biri olmasına rağmen, bu haberi tekrar tekrar vermenin ve Twitter sayfasında “sabitlenmiş tweet” olarak tutmanın amacı ne olabilir?
Böyle bir haber yapmanın pozitif bir yönü olabilir mi?
Söz konusu medya kuruluşunun, Türkiye siyasetine nüfuz etme arayışı konusunda sabıkalı bir geçmişe sahip bir ülkenin resmî yayın kuruluşu olduğu gerçeği bu tür yayınların hedefinin ne olduğu sorusunun cevabı konusunda ipuçları veriyor.
Bu saldırının, söz konusu ülkenin Türkiye politikasının bir yansıması olarak mı, yoksa bu yayın kuruluşunda çalışan takıntılı Türkiye düşmanlarının kendi kişisel tercihleri sonucu olarak mı ortaya çıktığının çok fazla önemi yok aslında.
Dikkat edilmesi gereken asıl nokta, bu tür saldırıların hep olacağını bilerek bunlara karşı hazırlıklı olmak ve savunma mekanizmaları geliştirmektir.
Medya üzerinden gerçekleştirilen bu tür saldırılara karşı en iyi savunma mekanizması ise halkın doğrudan ve şeffaf bir şekilde bilgilendirilmesidir.
Türkiye’nin, şu ana kadar bunu oldukça başarılı bir şekilde yaptığı görülüyor.
[Türkiye, 25 Mart 2020]