Hz. Ali'ye atfedilen bir söz var: "İnsan zamanın çocuğudur." İnsanoğlu aile ve mahallesinden daha çok zamanın getirdiği değer, değişim, alışkanlık ve beklentilerden etkilenir. Kuşaklar arası farklılaşma, çatışma ve krizlerin altında yatan bu basit nedendir. Her kuşak kendi değer, alışkanlık ve beklentileriyle büyür. Değişimin hızı kuşaklar arası farklılaşmayı çok daha fazla büyütmektedir. Zamanın ruhu, giderek artan bu kuşaklararası farklılaşmaların her alana yansımasıdır.
İnsanlık kesin doğru ve gerçeklikler konusunda artık daha mütevazidir. Bilim tarihi ve bilim felsefesindeki tartışmalar bu noktada çok öğreticidir. Aristo ve Newton fiziklerinin sınırları ve izah edebilme güçleri yakından görüldü. Dış dünyanın/nesnenin bizatihi gerçekliği vaz edemediği anlaşıldı. 19. Yüzyılın kesin bilimsel doğrularına ve gerçeklerine artık sahip değiliz. Varlık ile bilgi arasındaki ilişkinin mahiyeti, bilginin nasıl oluştuğu hala çok mistik ve perdelidir.
Bilginin nesnenin doğrudan keşfinden ziyade insanın üretimi olduğu daha çok fark edildi. İnsan elindeki imkanlarla "gerçeğe ve doğruya" yaklaşmaya çalışmaktadır. Artık kimse bir doğru ve gerçeğin tüm zamanlar ve mekanlar için geçerli olduğunu iddia edememektedir. Bilimsel gelişmelerden güç alan 19. Yüzyılın ideolojileri de artık toplumsal yaşama düzen verebilme güçlerini çoktan kaybettiler. İnsani bilginin yaşanmışlıkla, yorumla ve bağlamla beraber var olduğu çok daha fazla kabul edilir hale geldi. Diğer bir ifadeyle "doğru", "gerçek" ve bilgi bireysel yorumlarla var olabilmektedir. Bir düşüncenin diğerine üstünlüğünü kesin olarak iddia edebilmek artık o kadar kolay değildir. Siyasal hegemon veya küresel güç, özü gereği kültür/medya ve iletişim araçlarıyla kendi "büyük anlatılarını" hakim kılmaya çalışmaktadır. Fakat bunların kalıcılığı ve sürekliliği artık uzun süreli değildir. Üstelik tek bir siyasal hegemon da yoktur. Yani büyük anlatılar da çoğaldı. İnternet, iletişim teknolojileri ve medya da yaşanan gelişmeler değişimi ve karşılıklı etkileşimi çok daha hızlandırmaktadır. Akışkanlık giderek artmaktadır. Böyle bir yüzyılda, toplumsal düzeni sağlayabilmek çoklu uzlaşmaya dayalı bir zemin oluşturabilmeye bağlıdır. Zamanın ruhunun oluşturduğu baskı, liderleri siyasi stratejilerini bu yönde değiştirmeye zorlamaktadır.
"Doğru" ve "gerçek" artık toplumsal bağlamlarında anlaşılmak durumundadır. Küresel ile yerel olanın birey ve toplum için "doğru ve gerçek" olanı belirleme mücadelesi henüz sona ermiş değildir. Yeni melezlenmeler zuhur etmektedir. Ama şurası kesindir: Toplum ve birey için "doğru ve gerçek" bağlamda somut karşılığını bulmaktadır. Diğer bir ifadeyle birey veya küçük gruplar bağlamlarıyla etkileşime girerek kendi yorumlarını ve tercihlerini üretmektedirler. Bağlamı idrak edemeyen kişilerin insani hal ve durumları algılayabilme imkanı çok azalmaktadır. Değişimin aktörleri tarafından çok daha dinamik hale gelen bağlamı algılayıp, kavramsallaştırıp stratejik olarak konumlandırabilen liderlerin toplumsal karşılıkları olabilmektedir. Tüm bu değişim süreçleri siyaset, eğitim, sosyal yapılar ve ekonomiyi derinden etkilemektedir. Konunun daha iyi anlaşılması için milliyetçi bir prototipi iki kuşak üzerinden örnekleyebiliriz:
1965-1979 yılları arasında doğan X kuşağı ile 2000 yılından sonra doğan Z kuşağı kişilerin milliyetçilik anlayışlarının tezahüründe önemli farklılıklar vardır. Milliyetçilik artık yeni formlarıyla devam etmektedir. X kuşağı için milliyetçilik kurucu bir kimlik olup muayyen kutsalları ve sembolleri bulunmaktaydı. X kuşağının düşünsel anlamda beslendiği kaynakları ve değerleri milliyetçilik belirlemekteydi. Bu kuşağın manevi varlığını ayakta tutan temel, sahip olduğu bu kimlikti. Kimliğinde en iyi olma kaygısıyla bu kutsallar için kavga edip çatışabilirdi. Bu yüzden ailesiyle keskin kırılmalar yaşayabilirdi. Dini değer ve metinler milliyetçilik merceğinden geçtikten sonra benliğinde karşılığını bulurdu. Peygamberin mesajına en uygun hizmet eden kendi milleti idi. Milliyetçilik ilişkiye gireceği insanları, arkadaşlarını ve sosyal çevresini belirlerdi. Milliyetçi benlik için "kızıl elma" "cennete" giden yoldur ve "mutluluk ve huzuru" aynı ideolojideki insanlarla paylaştığı ve sosyalleştiği anlarda bulur. Çatışmacı bir dil veya söylem kendi kavgasına ve kimlik mücadelesine atıfta bulunduğu için çok sevimlidir.
2000 yılından sonra doğan Z kuşağının bir kesimi için de milliyetçilik önemli olabilir.. Fakat farklı şekillerde zuhur etmektedir. Bilgi ve iletişim teknolojileri sebebiyle bu kuşağın milliyetçileri tek bir kaynaktan beslenmemektedir. İnternette, sosyal medyada, filmlerde ve diğer ortamlarda çoklu kimlik ve kültürlerle yaşamın akışı içerisinde temas halindedirler. Bundan dolayı çoğulculuk onlarda temel bir kalıp olarak ortaya çıkmaktadır. Milliyetçi olarak bilinen bir kişi aynı zamanda farklı tonlarda muhafazakâr, liberal ve sosyal demokrat da olabilir. Diğer bir ifadeyle milliyetçilik tonu ağırlıklı çoklu kimlikleri aynı anda taşıyabilir. Bağlama göre tonların vurgusu değişebilir. Bu kuşak milliyetçisi bunu bir sorun olarak görmez. Bu tavır önceki kuşaklar tarafından apolitik olmak olarak algılanabilmektedir. Milliyetçilik arkadaş çevresini belirlemede de tek başına belirleyici olmamaktadır. Çok farklı kimliklerle, yaşadığı tecrübe ve vesilelere göre, arkadaşlık kurabilmektedir. Eski kuşakların çatışmalarından yorulmuşçasına ilişkilerinde kavga ve çatışmadan ziyade uyumu arar. Uyum arayışından dolayı çoğulcu bir toplum tasavvuruna çok daha yakındır. Kahramanlardan ziyade ortak çalışmaya yakındır. Hatta kahramanlar kendisinin değersizleşmesini ima edebileceğinden kahramanlaştırma süreçlerinden rahatsız olabilir. Şahısların aşırı övülmesi veya mitleştirilmesi olumsuz duygular oluşturabilmektedir. Ülkülere, hedeflere ekipçe çalışarak ulaşmak onun için çok daha değerlidir. Eski kuşağın ideallerinden ziyade eski nesillerin hatalarını tamir etmek için doğaya, yeşile, teknolojiye, hayvanlara ve çevreye çok daha düşkündür. Bu düşkünlükleri ülküye dönüşür. Onun kızıl elması çevre ve hayvan dostu "yeşil bir ülke" olabilir. Bu kuşak milliyetçisi mutluluğu dijital ortamlarda vakit geçirerek arayabilir. Bu kuşak sosyal yaşamından yola çıkarak siyasete ulaşmaktadır. Yani doğayı, çevreyi, yeşili, şehrinin değerlerini, insan haklarını koruyabilmek için siyasileşmektedir.
Siyasi liderlerin en zorlanacağı kesim yeni gençler olacaktır. Biyolojinin belirlediği kuşaklar arası çatışmanın etkileri duygudaşlık ve anlama ile aşılabilir.
Genç kuşaklardaki hızlı değişim, demokratik toplumlarda siyasi liderleri, farklı kuşaklara ama özellikle genç kuşaklara yönelik söylem ve politika üretmeye zorlamaktadır. Bir siyasi liderin kendisinin mensup olduğu kuşağa hitap edebilmesi kolaydır. Çünkü ortak yaşanmışlıklara sahiptirler. Kendi neslinin düşünme ve davranış kalıplarını çok iyi bilir. Fakat bir liderin gençleri anlamasında bazı zorluklar vardır. Bir lider kendi değerleri, düşünme ve davranış kalıpları üzerinden genç kuşaklara yönelik politika geliştirirse gençleri kaybedebilir.
Lider, genç kuşaklarda zaman ve bağlamın değişmesiyle ortaya çıkan kaygıları, arzuları, umutları ve istekleri görebilmelidir. Gençlerin düşünme, davranma ve ilişki kurma biçimlerini değiştirmek yerine onları anlayıp, duygudaşlık sergileyip sorun gördükleri hususlara yönelik söylem ve politika üretmeli, hatta politikaların gelişim sürecine gençleri de katmalıdır. Liderin yeni nesil kuşağı sorunların çözümüne paydaş olarak katabilmesi çok değerlidir. Çünkü yeni kuşak kahramanlar tarafından sürüklenmek değil "ortak ve partner" olmak istemektedirler.
Genç kuşaklardaki değişim tüm dünyada olduğu gibi genç nüfusun hızla arttığı Türkiye'de de tüm sosyal kurumları etkileyecektir. Bu nedenle tüm alanlarda toplumsal değişim taleplerini algılayıp buna uygun liderlik sergileyebilenler toplumun önünde olabileceklerdir.
Zaman geriye doğru değil hep ileriye doğru akmaktadır…
[Fikriyat, 4 Temmuz 2019].