Türkiye’nin başından bu yana titiz şekilde sürdürdüğü soruşturma ve bu süreçte kamuoyu ile paylaşılan bilgiler olayın büyük bir kısmını zaten aydınlatmış durumda. Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın 11 Kasım’daki Fransa ziyaretinde cinayete dair ses kayıtlarının ilgili devletlerle paylaşıldığını açıklamasıysa Suudi Konsolosluğunda nasıl bir vahşetin yaşandığını net şekilde gösteriyor.
Ortak vicdani talep
Öte yandan New York Times gazetesi tarafından 13 Kasım’da yayınlanan bir başka iddia cinayeti doğrudan Prens Salman’a bağlayan yolun taşlarını döşemiş oldu. Gazete haberinde 2 Ekim’de İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda gazeteci Kaşıkçı’nın öldürülmesinin ardından “suikast timinde” yer alan bir kişinin üstünü arayarak “Patronunuza haber verin, adamlar işlerini bitirdi” dediğini belirtiyor. Gazetenin iddiasına göre bu ifadede yer alan “patron” vurgusunda belirtilen kişi ise Prens Muhammed bin Selman olarak belirtiliyor. CIA tarafından bilgilendirildikten sonra Trump’ın 20 Kasım’da yaptığı açıklamada Veliaht Prens için “Cinayetten haberi olabilir de olmayabilir de” ifadelerini kullanması aslında yoğunlaşmanın odağına işaret etmektedir. Dolayısıyla cinayet bağlamında ortaya konulan delillerin yönü Suudi yönetiminde büyük bir etkinliği olan Prens Selman’a işaret etmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin soruşturmayı derinleştirerek devam ettirmesi ve küresel platformlar dahil olmak üzere Suudi Arabistan’dan hem Kaşıkçı’ya ait cesedi hem de şüphelilerin iadesini istemesi, adaletin tecelli etmesi konusunda insanlığın ortak vicdani talebini yansıtmaktadır. Türkiye bu bağlamda soruşturmayı iki ülke arasındaki bir sorun veya siyasi hesaplaşma olarak görmediğini, odaklanılan noktanın cinayetin aydınlığa kavuşturulması olduğunu belirtmektedir. Öte yandan kamuoyunun adalet arayışı konusundaki hassasiyetini bastırabilmek için Veliaht Prens’in boş durmadığını da belirtmek gerekir. Yemen’de yaşananları ve imaj çalışması kapsamında ileri sürülen “para akışı” iddialarını bu anlamda gözden geçirmekte fayda var.
Tek başına PR yeterli mi?
Öncelikle Yemen konusuna değinmek gerekmektedir. Yemen iki kuşatma arasında sıkışmış durumda. Bir tarafta İran destekli Husiler diğer tarafta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından oluşturulan koalisyon Yemen’i yok ediyor. Bölgeyi Husilerden kurtarmak iddiasıyla üç yıl önce başlatılan hava saldırıları, katkı sağlamak bir yana yeni faciaların önünü açmış durumda.
Haber ajansları insanlık tarihinin en acı fotoğraf karelerinden bazılarını Yemen’den servis ediyor. Dünya sağlık örgütüne göre her 10 dakikada bir çocuk ölüyor. Savaşın neden olduğu acılara ilaveten açlık, hastalık ve susuzluk konusunda her gün yeni bir felaket haberi paylaşılıyor Yemen’den. Artan insani trajedi karşısında küresel medyanın uzun zamandan bu yana ses vermediğini belirtmek gerekir.
Cemal Kaşıkçı cinayetinin işlendiği günlerde Yemen iki kuşatma arasında ölümle pençeleşiyordu. Cinayetten sonraki günlerde bu tablo varlığını koruyor. Somut düzlemde değişen bir şey yok. Fakat Kaşıkçı cinayeti ile birlikte Suudi yönetiminin saklamaya çalıştığı gerçekleri örten şalın aralanması küresel medyanın ilgisini yeniden bölgeye çekmiş durumda. Gelinen noktada Suudi yönetiminin milyarlarca dolar harcayarak Veliaht Prens Muhammed Bin Selman bağlamında ürettiği imaj ciddi ölçüde hasar aldı.
Türkiye’nin cinayet soruşturmasını derinleştirerek küresel kamuoyu ile yaptığı bilgi paylaşımlarına bakılırsa işler Prens açısından daha da kötüye gidecek gibi görünüyor. Aralarında , Washington Post, Reuters ve The Guardian gibi yayın organlarının bulunduğu pek çok kuruluş daha önce olmadığı şekilde Yemen konusunu gündeme getirmeye başladı. Yemen’de Suudi yönetiminin neden olduğu felaketler geçmişe göre çok daha fazla öne çıkartılıyor ve sorgulanıyor.
Ekim ayının sonu ve Kasım ayı boyunca yayınlanan haberlere bakıldığında dünya Yemen’deki felaketi sanki yeni fark etmiş de denilebilir. Daha önce yer verilmeyen fotoğraflar paylaşılıyor ve küresel insani kuruluşlar sık sık savaşın boyutlarına dair açıklama yapıyor. Cemal Kaşıkçı cinayeti bir taraftan Yemen’deki felaketin boyutlarının görülmesine yol açarken diğer taraftan Prens Selman’ın Yemen’deki süreci kendi lehine kullanmak istediğini gösteren işaretler de yok değil.
Zafer arayışı mı?
Bunun en önemli yansıması Husilerin kontrolündeki Hudeyde şehrine yönelik saldırıların ciddi şekilde artmasında görülüyor. Prens Selman Yemen’de bir zafer kazanarak kendi imajını temize çıkartmanın yollarını arıyor olabilir. Zira Joseph Goebbels’ten bu yana yaygın şekilde kullanılan propaganda kuralına göre bir yenilgiyi unutturabilmenin tek yolu yeni bir zafer kazanmaktır. Aksi taktirde bolca retorik yaparak veya salt para harcayarak bir yenilgiyle karşı karşıya kalınan durumu unutturabilme ihtimali çok zayıftır. Bu yüzden Yemen cephesinde kazanılabilecek bir zafer Veliaht Prens’i yeniden vitrine çıkartabilirdi. Suudi yönetimi bir taraftan askeri başarıya yoğunlaşmışken The Guardian gazetesinin iddiasına göre eş zamanlı olarak BM’ye bir milyon dolara yakın bağışta bulunarak Yemen’de insani rol üstlendiğini de teyit ettirmek istiyormuş. İddiaya göre BM’den, Riyad’ın Yemen’de oynadığı insani rolü öne çıkarmaları yönünde bir talepte bulunulmuş. Benzer şekilde Kasım ayının başında küresel medyada yer alan iddialara göre Prens Selman sadece Yemen bağlamında değil İsrail’i de harekete geçirterek gündem değiştirmenin yollarını arıyormuş. İsrail’in 12-13 Kasım tarihlerinde gerçekleştirdiği Gazze bombardımanlarının arkasında Veliaht Prens’in gündem değiştirme isteğinin rol oynadığı ileri sürülmektedir.
Batı’ya para akışı
Öte yandan İnsan Hakları İzleme Örgütü yöneticisi Tom Porteous’un 3 Kasım’da medyaya yansıyan açıklamaları, Prens Selman tarafından Batı kamuoyunda yapılan propagandanın devam ettiğine işaret etmektedir. Kaşıkçı cinayeti uzun zamandan bu yana Batılı think tank ve medya kuruluşları tarafından cilalanan Prens Selman’ın büyüsünü bozmuştu. Ortada soğukkanlı bir şekilde işlenmiş buz gibi bir cinayet var. Maktulün cesedine bile ulaşılamıyor. Asitle eritilerek yok edildiği yönünde güçlü iddialar var. Suudi yönetimi bu konudaki talepler karşısında sessiz kalmayı tercih ediyor. Böylesi bir ortamda İnsan Hakları İzleme Örgütü yöneticisi Tom Porteous’un “Washington merkezli düşünce kuruluşları Riyad’dan aldıkları fonlar nedeniyle, uzun süredir insan hakları ihlalleri yapan Suudi Arabistan’ı eleştirmekten kaçınıyor” açıklamasını yapmış olması bu türden süreçlerin devam ettiği konusundaki soru işaretlerini kuvvetlendirmektedir. Prens Selman’ın bir taraftan silah ticareti, diğer taraftan küresel PR şirketlerine aktardığı fonlar sayesinde yeni bir imaj çalışması başlattığı yönünde medyada dile getirilen güçlü iddiaların arkasında daha önceden kurulan çıkar ilişkilerinin yer aldığını söylemek mümkündür. Keza Tom Porteous’un değerlendirmesini “Düşünce kuruluşları ABD’nin dış politikası konusunda Washington ile her zaman aynı fikirdedir” cümlesiyle bağlaması ise Trump yönetiminin Veliaht Prens bahsindeki “perdeleyici” tutumunu destekler mahiyettedir. Trump’ın 20 Kasım’daki açıklamasında Suudi Arabistan ile yapılan 110 milyar dolarlık silah anlaşmasının iptalini düşünmediğini ve bunun Çin ve Rusya’nın işine yarayacağını açıklaması Prens Selman’a yönelik bir destek olarak irdelenmektedir. Trump’ın eğer gelirse MBS ile G20 zirvesinde görüşebileceğini belirtmesi ise Amerikan yönetiminin Prens’ten henüz vazgeçmediği şeklinde değerlendirilebilir. Dolayısıyla ABD cephesinden yapılan açıklamaların mahiyeti ve ABD merkezli belirli kuruluşlarının süreci sessizlikle karşılaması Prens’in PR çalışmasının belirli ölçülerde varlığını koruduğunu göstermektedir. Önümüzdeki süreçte bozulan imajının düzeltilebilmesi konusunda Muhammed bin Selman’ın daha fazla para akıtma hevesinde olacağı aşikâr. Fakat tüm PR çalışmalarına rağmen soruşturma derinleşiyor ve yeni bilgilere ulaşıldıkça oklar daha fazla Prens’i işaret ediyor.
[Star, 1 Aralık 2018].