Türkiye, yaklaşık yüzyıldır bu problemle karşı karşıya olmasına rağmen bu meselede de “ikna edici, rasyonel ve kapsayıcı” bir siyaseti kuramadı.
Sun Tzu: “Stratejisi olmayan taktikler, boşa atılmış adımlardır” Türkiye gündeminin değişmez maddelerinden biri Kürt meselesi. Yaklaşık yüzyıldır tartışılmasına rağmen, henüz bir çözüm formülünün bulunamamış olması, problemi “sürdürülebilir ve yönetilebilir” olmaktan çıkarıyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya çıkan isyanlar bir yana Kürdistan İşçi Partisi’nin başlattığı 29. isyan, 32. yılını doldururken, Kürt meselesi de metamorfoza uğrayarak hızla bir “öteki” sorununa dönüşüyor. Kürt meselesi, uzun süre “devletin yarattığı” bir sorun olarak tanımlanırken problemin doğru yönetilememesi ve makul bir çözümün bulunamaması, sorunu “toplumsal” bir mesele haline getirdi. Türkiye, çözümü erteledikçe yapılan düzenlemelerin etkisi azalıyor, zamanında atılmayan adımlar sorunun daha da derinleşmesine neden oluyor.
Türkiye’nin bir Kürt siyasetinin olup olmadığı sorusunun farklı cevapları var. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren devlet, Kürt meselesiyle karşı karşıya kaldı ve hemen her dönemde konu ülke gündeminin değişmez maddesi oldu. Bu yönüyle, devletin Kürt meselesine ilişkin yoğun bir mesai harcadığı ve problemin farkında olduğu muhakkak. Ancak devletin bu meselede harcadığı mesainin, bir siyasete veya herhangi bir stratejiye dayandığını söylemek zor.
Türkiye, yaklaşık yüzyıldır bu problemle karşı karşıya olmasına rağmen diğer sorun alanlarında olduğu gibi bu meselede de “ikna edici, rasyonel ve kapsayıcı” bir siyaseti kuramadı. Bu bağlamda referandum oylamasında “boykot”un kısmen de olsa uygulanmasının ne gibi sonuçlar doğuracağı ve bundan sonra ne yapılması gerektiği hususunda herhangi bir konsensus yok. Türkiye için asıl sorun, tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Türkiye’nin bir Kürt siyasetinin olmaması, PKK’nın yarattığı sorunlardan çok daha büyük bedeller ödetiyor.
Sorun çözme yeteneği
Kürt meselesi çoğunlukla güvenlik bürokrasisine havale edilirken, istisnalar hariç, siyaset kurumu inisiyatif almaktan kaçındı. Kürt meselesinin çözümü, dolaylı olarak Türkiye’nin sorun çözme yeteneğiyle de ilgili. Mevcut politik kültür ve örgütlenme yapısı, Türkiye’nin “sorun çözme yeteneğini” kaybetmesine sebep oldu. Cari problemlerin “indirgemeci, dar ve sosyolojik gerçeklikten” kopuk biçimde ele alınması, çözümlerin “kalıcı ve sahici” olmasına mani oluyor. Mevcut yönetim ideolojisi, Kürt meselesi gibi zor bir meseleyi çözemediği gibi politik olmayan daha basit sorunları da çözemiyor.
1925’te ilan edilen “Şark Islahat Planı”ndan, “demokratik açılım” projesine hazırlanan tüm çalışmalar bir bütün olarak irdelendiğinde, devletin Kürt meselesi karşısında yekpare bir siyasetinin olmadığı görülüyor. Devletin bir Kürt siyaseti olmadığı gibi, görece daha basit bir sorun olan terör konusunda da herhangi stratejisi yok. Bu meselede tutarlı, ikna edici, hükümetlere göre değişmeyen, güvenlik tedbirlerini kapsadığı kadar insan haklarını ve hürriyetlerini de kapsayan bir çözüm planı olmaması, sorunun toplumsallaşmasını hızlandıran ve ülkenin kırılganlık katsayısını artıran bir etki yapıyor.