“Söz”ün değeri sahibine göre ölçülür; yani sözün kendisi kadar onu “kimin” söylediği ve “nasıl” söylediği de önemli. Dolayısıyla doğru bir sözü doğru bir şekilde ortaya koyabilmek sahici bir meziyet. Bunun aksine yanlış bir sözü doğruymuş gibi aktarmak ya da doğru bir sözü yanlış bir biçimde iletmek ise vahim sonuçlar doğuruyor. Türk medyasının en temel sorunlarından biriyle tam da bu noktada yüzleşiyoruz: Medyamızda sözün özüne, yani “ne” söylendiğine, tarafsız bir biçimde bakmadan ve de sözün doğruluğunu yeterince araştırmadan haberler üretilebiliyor.
12 Eylül referandumunda Türkiye demokrasi yolunda önemli bir tercih yaptı. Referandum öncesine göre 13 Eylül sabahı birçok medya kuruluşu beklemedikleri bir sonuçla karşı karşıyaydı. Hesapları pek tutmamıştı. Bu sürecin öncesindeki medya savaşlarına biraz yakından bakarsak, medyamızın büyük bölümünde abartılı bir pozisyon belirleme yaklaşımı olduğunu görebiliriz. Çoğu zaman söylenen sözün içeriğine ve doğruluğuna bakılmadan, kimin hangi üslupla söylediği üzerinden günlerce haberler üretildi. Elbette kimin nasıl söz söylediği önemli; ancak ne söylendiğine ve bunun doğruluğuna bakılmadan yapılan haberler siyaseti de medyayı da içeriksizleştirdi aslında. İçerikten yoksun siyaset haberleri de “havuzlu villa” polemiği düzeyini aşamadı. Oysa ne kadar önemliydi bu 12 Eylül referandumu. Siyasetteki ayrışmaya paralel olarak medyamızda da gözlemlenen ayrışma, hakikatin peşinden gidilen değil gölgeler üzerinden keskin yorumlar yapılan bir habercilik tablosuna zemin hazırladı. Örnek olarak, kendini “merkez medyanın amiral gemisi” olarak nitelendiren gazetemizin, biri hariç neredeyse tüm yazarları referandumdaki oylarını açıkladı ve şaşırtıcı bir biçimde hepsinin de oylarının rengi aynıydı. Demek ki toplumun büyük çoğunluğunu kucaklayacak kadar merkezde durmuyor bu “merkez” medya. Esasen hükümete yakın olduğu söylenen medya gruplarının da gerçeği daha fazla aramaları beklenirdi. Çünkü şu anki ayrışma bir günde bitmeyeceğine göre ancak her iki kesim de kendine çeki düzen verdiği zaman ülkemizde doğru-dürüst habercilik yapılabilecek.
Topluma olan biteni doğru ve tarafsız bir biçimde aktarmakla yükümlü olan ve bir boyutuyla kamu adına işlev gören gazetecilik/habercilik müessesesi, içeriksiz kavgalar ve niteliksiz habercilik sebebiyle kendi değerini düşürüyor. Bu bakımdan, yapılan kamuoyu yoklamalarında medyanın en az güvenilen kurumlar arasında yer alması şaşırtıcı değil. Dolayısıyla Türk medyasındaki etik değerleri ve habercilik standartlarını ciddi biçimde sorgulamamız gerekiyor. Bu işi bizatihi gazetecilerin başlatması da elzem. Öyleyse Türk medyasının önemli bir bölümünün etik değerleri daha fazla önemsemesi ve kendi toplumuna yabancı bir dünya algısı üzerinden hareket etmekten vazgeçmesi gerekiyor.
Medyanın gerçeğe sadakat göstermesi o toplumun gerçeği görebilmesi adına hayati öneme sahip. Mesela 28 Şubat sürecinde ekranlarda ve gazete manşetlerinde yansıtılan Türkiye tablosu, hakikate ve milletin vicdanına ihanetin adeta belgesi niteliğindeydi. Aylarca tartışılan birçok konunun nasıl sahte bilgi üretimleri olduğunu sonraki yıllarda net bir biçimde öğrendik. Peki, neden medya o dönemde gerçeğin peşinden gitmek yerine ideolojik bağımlılıkların ve çıkar ilişkilerinin ardına düşmüştü? Bu soru Türkiye’de gazeteciliğin tarihi ve siyasetle ilişkisi kadar eski ve hayati bir soru.
Takvim-i Vakayi’den (1831) Osmanlı’nın son dönemindeki diğer gazetelerin çıkış ve kapanış süreçlerine bakıldığında siyasetle ne denli bir yandaşlık-karşıtlık ilişkisi içinde olduklarını görmek mümkün. Bazı gazeteler sırf iktidarı eleştirmek için kurulurken bazı gazeteleri de iktidar kendi eliyle kurmaktaydı. Cumhuriyet’in kuruluşu bazı değişimleri beraberinde getirmiş olsa da çok partili hayata geçişe kadar ancak tek sesli bir medyaya imkân tanımıştı. Özal döneminde dışarıya daha fazla açılan Türkiye’de medya da büyümeye, çeşitlenmeye ve teknolojinin de imkânlarıyla yükselmeye başlamıştı; ancak hâlâ medyanın büyük kesimi halka yabancı. Son dönemde Türk medyasının sermaye yapısında önemli dönüşümler yaşanıyor. Bu dönüşüm sürecinden daha özgürlükçü, demokrat ve milletin değerlerine saygılı bir medya yapısının ortaya çıkmasıysa hepimizin umudu. Bu dönüşümler gerçekleştiği ölçüde gerçeğin üstünü örten değil gerçeğin peşinden giden bir medyamız olacak.
12 Eylül referandumu öncesine tekrar bakacak olursak bazı medya gruplarında referandum sonucunda “Hayır” çıkabileceği yönünde yoğun bir haber-yorum bombardımanı yapıldı. Bazı uzmanlar “Evet” çıkarsa Türkiye’nin kaybedeceğinden dem vurdular; kamuoyu araştırmaları yapan bazı kurumların yöneticileri de canlı yayınlarda oyların kafa kafaya olduğunu anlattılar. Çoğu zaman Anayasa değişiklik paketinin içeriği değil parti genel başkanlarının söylemleri ve demeçleri gündeme damgasını vurdu. Halk aylarca medyanın büyük kesiminden haber değil nasihat dinledi. Öyle ki bazı zamanlarda medyamızın siyasetçilerimizden daha büyük bir üslup sorunu olduğunu müşahede ettik. Gerçekten de doğru habercilik yapmanın başka yolu yok mu? Dünyanın her yerinde medya manipülatif işlere imza atıyor. Buna medya açısından en gelişmiş ülkeler dâhil. Ancak ipin ucu çoktan kaçmışsa bir noktadan sonra medya haber kaynağı olmaktan çıkıp ideolojik/politik bir manipülasyon aracına dönüşüyor. Bundan ciddiyetle kaçınmak gerekiyor. Türkiye’nin son yıllarda (bilhassa dış politikada) yaşadığı pozitif değişime medyanın ayak uydurması hem önemli hem de bir gereklilik. Değişimlere öncülük etmesi beklenen medyanın statükocu bir tavırla varlığını idame ettirmesi Türkiye’nin en son ihtiyaç duyacağı bir durum.
Türk medyasında hâlâ ciddi bir değişim ve dönüşüm ihtiyacı var. Bu ihtiyaç toplumdaki değişimle beraber doğal olarak ortaya çıkıyor ve artık bir zorunluluk halini alıyor. Medyamızın siyasete biraz olsun mesafeli bir duruşla ve insanı/toplumu merkeze alarak habercilik yapmaya yönelmesi, şu an üzerinde konuştuğumuz birçok sorunun çözümüne doğrudan katkı yapacak. O zaman medyanın topluma karşı sorumluluğunu gerçekten yerine getirebildiğinden bahsetmeye başlayabiliriz. Ve yine o zaman Türk medyasında sözün özünün olduğunu söyleyebiliriz.