Çatışmalar günümüzün karmaşık ve çözülmesi zor bir olgusu haline geldi. Gelişmemiş ülkeler nizami olmayan çatışma türlerini tecrübe ederken gelişmekte olan ülkeler çatışmaların gelenekselini ve gayri nizamisini bir arada yaşamakta. Gelişmiş ülkeler ise geleneksel ötesine yönelmiş durumda. O halde güvenlik, savunma, istihbarat, propaganda gibi kavramlar artık farklılaşmış halde. Bu nedenle daha fazla güvenlik için çatışmaların mevcut röntgenini çekmek ve güvenlik ihtiyaçlarına teşhis koymak gerekiyor. Aksi durumda tehditle orantısız savunma araçları israfa ve strateji yanlışları büyük kayıplara neden olabilir.
Türkiye'ye yakın coğrafyada güçsüz devletler ve devlet dışı aktörler yaygın. Bu nedenle güçlüye meydan okuma ancak asimetri ile sağlanabiliyor. Örneğin terörist örgütler hukuk ile kendini bağlamıyor ve maliyet etkin araçlarla büyük etkiler yaratabiliyor. Aynı şekilde kaynağı belirsiz saldırılar bir yandan güçlüye meydan okurken diğer taraftan güçsüze yönelik misilleme seçeneklerini tahdit ediyor. Mesela geçtiğimiz Pazartesi Irak'ta Yeşil Bölgeye yapılan saldırının kim tarafından icra edildiği ancak tahmin edilebiliyor. Aynı şekilde Tahran'da yapılan ve nükleer programdan sorumlu Fahrizade'yi hedef alan saldırıyı üstlenen olmadı. Failler malum ancak somut delil yok.
Gelişmekte olan ülkeler ise bir yandan gayri nizami tehditlere cevap vermeye çalışmakta, diğer yandan geleneksel harp olasılıklarına yönelik hazırlık yapmakta. Böyle bir kurgu maliyeti yüksek savunma programlarını zorunlu kılıyor. Bu ülkelerin savunma ihtiyaçlarıysa gelişmiş ülkelerin savunma sanayiilerini cezbediyor. Gayri nizami çatışmalar için nizami orduları idame ettiren bu ülkelerin savunma ihtiyacı için büyük miktarda silah ithalatı yapması, yani güçlü devletlere güvenlikleri için bir nevi "haraç" vermesi gerekiyor. Gelişmekte olan bir devletin, kendi ayarında bir başka devleti tehdit olarak algılamasıysa her iki devleti gelişmiş devletlere mahkum kılıyor. Güçlü devletler tercih ettikleri "denge" sınırları içerisinde her iki tarafa da silah ihracı yapabiliyor. Öte yandan gelişmekte olan ülke biraz güçlenirse bölgesel güç olan diğer devletlere meydan okuyabiliyor. Birleşik Arap Emirlikleri'nin revizyonist yayılmacılığı bariz bir örnek olarak görülebilir.
Gelişmekte olan ülkeler ise teknoloji odaklı, karmaşık, entegre ve sistem bütünlüğü içerisinde milli savunma sistemleri kuruyor. Savunma ihracıyla, kendi savunma ihtiyacını finanse ediyor. Ürettiği savunma ürünlerinin ihraç versiyonlarını uzaktan kontrol edebiliyor. Ayrıca soyut niteliğiyle öne çıkan sanal çatışmalara hazırlanıyor. Böylece "haklı" savaş kavramının etrafından dolaşıp tehdit olarak algıladığı hasmı felç edebiliyor. Örneklere bakalım: ekonomik saldırı, finans sisteminin silah olarak kullanılmasıyla hasmın çatışma inisiyatifini elinden alabiliyor. Nitekim Türkiye için Trump ve James Jeffrey'in sarf ettiği sözler hatırlarda. Siber saldırı kaynağı belirsiz bir darbeyi dijitalleşen devlet fonksiyonlarına yöneltebiliyor. Geçtiğimiz hafta ABD'yi hedef alan saldırı bu türden.
Örneklerden hareket ederek çatışmaların genel gidişatı dikkate alındığında uluslararası hukukun, belirtilen istismarlara fazla müdahil olamadığı görülüyor. Nitekim asimetrik bir yöntem olarak terörizm iç hukuka tabi. Ekonomik saldırıları önleyebilecek bir hukuk düzenlemesi veya etik sınırlama yok. Siber saldırıysa ancak karşı tedbirlere ve karşıt saldırı kabiliyetine dayalı çözümleri ön plana çıkarıyor. Terör örgütünün Türkiye'de çıkardığı orman yangınları gibi eko-çatışmalar ise yeni bir boyut olarak beliriyor. Nihayetinde küresel ısınmanın konuşulduğu günümüzde çevreyi tahrip ederek saldırmak tolere edilebilecek bir yöntem değil. Diğer devletlerin ve uluslararası örgütlerin böyle saldırılara sessiz kalması, ancak aynı örgüte Suriye'de, Avrupa'da veya başka bir yerde hoşgörü gösterilmesi, hatta destek verilmesi düşündürücü.
Çatışmaların değişen doğasına yönelik son örneğe yine bu hafta başında şahit olundu. İngiliz yayın kuruluşu BBC, Suriye limanından yola çıkan bir milyar avro değerinde uyuşturucu sevkiyatının haberini yaptı. Gerçekten ilginç boyutları olan bir olay. Öncelikle uyuşturucu sadece suç şebekelerinin değil Suriye rejimi ve Lübnan'daki devlet dışı aktörleri içine alacak şekilde bir finans aracı haline gelmiş. İkinci boyut haberi servis eden BBC uyuşturucunun ilk sevk noktası olarak Suriye limanlarını adres gösteriyor. Ancak Afganistan'dan başlayan İran ve Irak'tan geçen, Suriye'nin ABD destekli PKK/PYD, Rus destekli rejim bölgelerinden Akdeniz'e ulaşan uyuşturucunun PKK ile bağını görmezden gelmiş. Nihayetinde uyuşturucu bu bölgelerden ancak terör örgütünün himayesinde nakledilebilir. O halde çatışmaların organize suç şebekeleri ve bilgi harbi boyutunu da unutmamak lazım.
Görüldüğü üzere çatışmalar artık çok karmaşık. Her şekline her daim hazır olmak lazım!
[Sabah, 26 Aralık 2020]