Her etnik mesele gibi Uygur meselesinin çözümünde de hem muhatap grup ve devlete hem de uluslararası kamuoyu ve ilgili devletlere ciddi sorumluluklar düşüyor. Ancak meselenin doğası ve ilgili devlet tarafından ele alınışı bakımından bu noktada Çin Halk Cumhuriyeti’nin sorunun varlığını kabul etmesi, sorunu meydana getiren unsurları anlaması ve sorunun çözümüne yönelik sergileyeceği niyet bir çözüm sürecinin yaşanması için atılması gerekecek en önemli adım olarak ortaya çıkıyor.
YENİ PARADİGMA ŞART
Çin yönetiminin öncelikle sınırlarının içinde yaşayan bir etnik azınlığın bu azınlığa yönelik mevcut politikalardan memnun olmadığını kabul etmesi gerekiyor. Uygur toplumunun bölgedeki ekonomik ve sosyal problemleri ile kimliksel baskılar sebebiyle yaşadığı sıkıntıların Pekin yönetimi tarafından tanınmadıkça bir çözümden bahsetmek de mümkün olmuyor. Bölgedeki halkın meşru taleplerine karşı sürdürülen sert politikalar ve bölgenin ismi konulmamış bir olağanüstü hal ile yönetilmesi meseleyi Çin için ortadan kaldırmadı. Dahası son yıllarda iyiden iyiye bölgedeki problemin bir güvenlik meselesi olarak okunması problemi artık açık bir yara haline getirmiş durumda.
Bölge ile ilgili Çin güvenlik yapısında oluşan tabu ve bölgedeki yerel bürokrasinin demir yumruklu yaklaşımı Çin içinde bölgeye yönelik daha sivil ve çözüm odaklı bir sesin çıkmasını ve meseleye bakışta bir paradigma değişimini mecbur kılıyor.
Mesele konusunda ortaya çıkması gereken bu yeni paradigma aynı zamanda şimdiye kadar uygulanan politikaların başarısızlığının da kabul edilmesi ile mümkün olacak. Şimdiye kadar merkezi yönetim tarafından uygulanan tüm askeri tedbir ve polisiye önlemler bölgedeki Uygurlar ile Çin devleti arasındaki problemi ortadan kaldırmak yerine aslında problemi daha da içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Ne terör suçları kapsamını genişletmek, ne muhalif sesleri susturmaya çalışmak, ne de hapishaneleri siyasi mahpuslarla doldurmak bölgede Çin yönetimine duyulan rahatsızlığı veya bu rahatsızlığın ifadesini ortadan kaldırmadı. Ne propaganda departmanlarının mutlu ve eğlenen Uygur resimleri, ne de azınlıkları birarada ahenk içinde gösteren posterler bu durumu değiştirmedi. Meydanlarda imamlara dans ettirilmesi ve ettirilen bağlılık yeminleri Uygurların devlet ile ilişkisinde bir iyileşmeye yol açmadı. Tam tersine son 25 seneye bakıldığında bölgede meydana gelen gösterilerin ve protestoların sıklığı ve coğrafi dağılımı sürekli bir şekilde artış gösterdi.
Nüfusunun yüzde 90’ı Çinli olan ve entegrasyonun tavan yapması beklenen bir Uygur şehri olan Urumçi 2009 Temmuz’unda son yılların en büyük protesto gösterileri ile çalkalandı. O andan beri tüm yasaklama, caydırma ve güç kullanımına rağmen sokak gösterilerinin sayısı gittikçe arttı. Artık hemen hemen her ay bölgedeki farklı şehirlerde yaşanan şiddet olayları ve polisin kullandığı aşırı güç dünya medyasında konuşuluyor. Herhangi bir şehirde polisin yol açtığı şiddet kısa zamanda bölgenin farklı yerlerinde birbirinden bağımsız protesto gösterilerini tetikleyebiliyor. Bu sebeple askeri ve siyasi olarak asimile etme ve sindirme çabalarının başarılı olmadığı gibi yerine daha çetin bir direniş kimliği ve devletten gittikçe yabancılaşan bir Uygur toplumunu ortaya çıkardığı net bir şekilde görülebiliyor.
ETNİK ÇATIRDAMALAR
Bu güvenlikçi perspektifin yanında bölgedeki krizin tırmanmasının bir başka sebebi de bölgedeki sorunun doğasının yavaş yavaş evrilerek etnik gruplar arasında bir çatışmaya yol açması oldu. Son birkaç senedir gittikçe açık bir biçimde ortaya çıkan bu gerginlik orta ve uzun vadede kontrolden çıkacak bir etnik çatışma alevinin bölgeyi sarmasına neden olabilir. Bu durumun önlenmesi ve topyekün bir etnik çatışmanın önüne geçmek için Çin devletinin uzun yıllardan bu yana sürdürdüğü milliyetçilik politikalarını ve bölgede etnik gerilimin en önemli müsebbiblerinden olan nüfus mühendisliği politikalarına son vermesi gerekiyor. Bu şekilde gelişen bir etnik gerginlik ve güvenlik güçlerinin Uygur göstericilere karşı proxy olarak Han Çinli grupları kullanma eğilimi uzun vadede sadece kanlı bir iç savaşın yolunu açmakla kalmıyor aynı zamanda Çin’in sahip olmak istediği 56 azınlığın barış ve ahenk içinde yaşayacağı bir gelecek rüyasını da tamamen ortadan kaldırıyor. Dolayısıyla azınlık karşıtı bir milliyetçiliğin bölgeye ve Çin’in istikrarına yol açabileceği tehditlerin Çin yönetimi tarafından kabul edilmesi gerekiyor.
ETKİLİ İLETİŞİM GEREKLİ
Son olarak Çin hükümetinin problemi tanıma ve uygulanan yanlış politikalara son verme adımını müteakiben Uygurların bölgede devlet ile ilgili yaşadığı sorunların dillendirilmesi ve çözüme yönelik bir platformun oluşturulması için Uygur halkı ile bu talepler doğrultusunda iletişim kurabilecek bir kanalın açılması gerekiyor. Bu konuda en ideali aslında bölgedeki Uygur halkı ve bölgedeki durumu iyi tahlil edebilen etkili kanaat önderleriyle doğrudan iletişim olmasını gerekli kılıyor. Ancak bu meselede gelinen noktada Uygur halkı ile Çin devleti arasında olması gereken bu iletişim kanalları tamamen tıkalı. Dahası karşılıklı güven konusunda çok ciddi bir sorunun varlığı artık yadsınamayacak bir gerçek. Pekin yönetiminin Uygurlar ile ilişkisinde yeniden güven tesis edebilmesi de bu noktada kısa vadede mümkün görünmüyor. Çin genelinde ve bölgede uygulanan açılım politikalarında açık sözlü eleştiri ve öneri ortaya koyanların akıbeti Uygurların genelinde problemle ilgili konuşma konusunda bir oto sansür mekanizmasını da ortaya çıkarmış durumda. Bu sebeple bu noktada direkt iletişim ve devlet ile Uygurlar arasındaki etkileşimden etkili bir sonuç beklemek gerçekçi görünmüyor. Bunun yanında şimdiye kadar Uygur kanaat önderleri arasında sorunun çözümüne yönelik görüş bildirenlerin başına gelenler de bu noktada çok olumlu bir tablo ortaya koymuyor. Bölgeden çıkan ve Çin toplumu ile en entegre ilişkilerden birini gerçekleştirerek Pekin’de ekonomi profesörü olan İlham Tohti’nin akıbeti bu konuda bölgede meseleye olumlu bir katkı sağlayabilecek tüm aydınlar için uyarı niteliğinde. Bölgedeki meselenin teröre indirgenemeyeceği ve Uygurların sosyal ve ekonomik sorunlarının da göz önünde bulundurulması gerektiği mealinde yazdığı yazılar sonrasında İlham Tohti’nin tutuklanarak cezaevine konulması ve sonrasında terörist örgütler ile işbirliği içine girmek ve bölücülük yapmak suçlarından ömür boyu hapis cezası alması bu sorunlu durumu gözler önüne seriyor. İfade edilen bu sebeplerle Uygur halkı ve Çin yönetimi arasında oluşan bu ciddi güven bunalımının aşılması ve Uygur halkının talepleri konusunda bir diyalog içine girilmesinin bu noktadaki en önemli aktörü yurtdışında faaliyet gösteren Uygur teşkilatları ve insan hakları örgütleri olmak zorunda. En azından bölgede karşılıklı güven tesis edilene kadar Çin devletinin bu örgütlerin sesi ve önerilerine kulak vermesi ve doğrudan veya uluslararası kamuoyu ve ilgili devletlerin sağlayacağı dolaylı yollardan bu teşkilatları muhatap alması Uygur halkı ile bir iletişim kanalı geliştirebilmesi için oldukça önemli görünüyor.
SORUMLULUK ÇİN'DE
Çin yönetimi ancak bu adımları attıktan sonra meselenin çözüm süreci başlayabilecek. Elbette bu adımların atılması sağduyulu bir Çin kamuoyu, konuya ilgili bir zümre ve cesur siyasetçi ve bürokratların çabasıyla mümkün. Yukarıda da ifade edildiği gibi her ne kadar meselenin nihai çözümü konusunda Uygurlar, uluslararası kamuoyu ve Türkiye gibi ilgili devletlerin de sorumlulukları olacaksa da en önemli sorumluluk bu noktada ortada bir mesele olduğunu ve bu meselenin ortaya çıkış sebebini tartışmaya başlaması gereken Pekin yönetimine düşüyor.
Çin’in bu adımları atmaması durumunda Uygurlar sıkıntı yaşamaya devam edecek ve bölgedeki mesele şiddet sarmalı ile bir kangrene dönüşüecek. Çin yönetimi ise bir süper güç namzeti olarak ağır maliyetler ödemek zorunda kalacak. Öncelikle kendi sınırları içinde yaşayan toplumları tehdit olarak gördüğü sürece herhangi bir güç projeksiyonu gerçekleştiremeyecek. Dahası Xi Jingping’i kişisel olarak da ilgilendiren ‘Çin Rüyası’ ve uzun yıllardan bu yana yaratılmak istenen yumuşak güç de kendi toplumunu baskı altında tutan bir yönetim tarafından elde edilemeyecek. Sınırlarından insanların kaçarak başka ülkelere sığındığı ve Çin hükümetinin diplomatik ve askeri efor sarfederek bu sığınmacıları karga tulumba geri getirmeye çalıştığı bir görünüm kimseye bir şey kazandırmayacak. Ekonomik gücün tamamlayıcısı olan sosyal doku ahengi sağlanmadığı sürece Çin parçalı bir toplum olarak kalacak ve verilmek istenen uyum resimlerinin ne kadar yapay kaldığı bölgede yaşanacak her olayda bir daha gözlere çarpacak. Bu noktada Uygur meselesi ile ilgili atılacak olumlu adımlarla kazan-kazan durumu yaratabilecek ve uluslararası imajını düzeltebilecek bir imkan bulunurken bunu daha önceleri denenmiş ve başarılı olamamış politikaların şiddetini artırarak zayi etmek küresel bir güç için bir stratejik çukur anlamına gelecek. Enerjisini sorunun tanımı ve çözümü yerine sorunun inkarı için harcamaya devam etme Çin’e çözüm yerine sorun yaratacak.
[Star Açık Görüş, 12 Temmuz 2015]