SETA > Yorum |
Çin'in Bölgesel Stratejileri ve Doğu Türkistan Meselesi

Çin'in Bölgesel Stratejileri ve Doğu Türkistan Meselesi

Çin'in Doğu Türkistan'da her muhalif sesi ortadan kaldırma ve her farklılığı asimile etmeye çalışmasının altında hiç de barışçıl görünmeyen bölgesel plan ve stratejiler ve bunları hayata geçirmeye kararlı kasası dolmuş, gözü kararmış bir rejim bulunuyor.

GeçtiÄŸimiz hafta DoÄŸu Türkistan’ın farklı bölgelerinde patlak veren olaylar ve bu olayların Pekin yönetimi tarafından ele alınış tarzı meselenin ciddiyetini bir daha gözler önüne serdi. Ä°nsani açıdan büyük dramların yaÅŸandığı bölgede Çin’in taviz vermez, insafsız ve inkârcı tutumunun altında yatan en önemli sebepler arasında bölgedeki “Uygur problemini” kendi yoluyla çözerek bölgede kapsamlı bir asimilasyon projesini hayata geçirmenin yanında DoÄŸu Türkistan’ı Orta Asya ve Güney Asya’ya güç projeksiyonunda bir zıplama tahtası olarak kullanmaya çalışmakta bulunuyor. Bu açıdan “Uygur problemi” Çin’in gelecekte ülke içindeki otoriter hâkimiyetinin ve toprak bütünlüÄŸünün haricinde dış politikada da yakın çevresine dönük stratejisini gerçekleÅŸtirmedeki önemli bir köÅŸe taşı niteliÄŸi taşıyor. Çin’in konuyu son yirmi sene içerisinde ele alışında yaÅŸanan dönüÅŸüm bu durumu oldukça açık bir ÅŸekilde ortaya çıkarıyor.

Uygur meselesi son yirmi senedir durmadan ekonomik olarak zenginleÅŸen ve uluslararası politikada söz sahibi olma ihtirasını gittikçe daha fazla ortaya çıkan Çin Halk Cumhuriyeti için SoÄŸuk SavaÅŸ’ın bitiminden bu yana en önemli sorunları arasında yer alıyor. 1990’lı yıllarda “Uygur meselesi”nin Çin tarafından algılanışındaki en önemli faktör farklı coÄŸrafyalarda yaÅŸanan etnik çatışmalardı. Bu yıllarda Çin’in dış politika ve savunma bürokrasisi “BalkanlaÅŸtırılma” paranoyası içinde DoÄŸu Türkistan’da yaÅŸanan tüm etnik ve toplumsal sorunları bir dış mihrak ürünü olarak ele almaya baÅŸlamıştı. Özellikle Kosova’ya yapılan uluslararası müdahale Çin’de adeta bir travmaya sebep olmuÅŸtu.

DOÄžU TÜRKÄ°STAN’IN ÖNEMÄ° ARTIYOR

1990’lı yılların sonlarına doÄŸru ekonomik büyümesi iyiden iyiye artan Çin için DoÄŸu Türkistan’ın ekonomik önem ve anlamı daha fazla gündeme gelir oldu. Öncelikle bölgedeki yeraltı kaynakları sürekli üretime odaklanan Çin sanayisine enerji saÄŸlayan kaynaklardan biri olması açısından özel önem kazanmıştı. Bunun yanında her ne kadar Çin ticaretinin büyük bir bölümünü ekonomik açılımın saÄŸlandığı Güney bölgelerinde yürütmeye çalışsa da özellikle Orta Asya Cumhuriyetleri’nin bağımsızlığını ilan etmesinden sonra bu bölgede ortaya çıkan yeni pazarlar ve bu ülkelerde var olan doÄŸal gaz ve petrol yatakları enerji konusunda 1993 yılından itibaren dışa bağımlı olmaya baÅŸlayan ve OrtadoÄŸu’daki kaynaklara hâkimiyet açısından geç kaldığını düÅŸünen Çin için kritik hale gelmiÅŸti.
1990’lu yıllar boyunca DoÄŸu Türkistan’ın Çin için siyasi ve ekonomik önemi artarken Çin’in bölgeyi tamamen kontrol altına alabilme ve sorun çıkmasını önlemek için giriÅŸtiÄŸi engelleyici manevralar da artış göstermiÅŸti. Bu dönemde Çin revize ettiÄŸi tehdit algılaması ile DoÄŸu Türkistan’daki “terörizm, bölücülük ve fundamentalizme” karşı “sert darbe” operasyonları ve kampanyaları uygulamaya baÅŸlamıştı. Hedef Çin’in siyasi ve ekonomik politikalarını tehlikeye atabilecek her kiÅŸi veya grubun bir an önce ortadan kaldırılmasıydı. Aynı yıllarda Çin Uygur meselesine karşı mücadeleyi uluslararası bir hale getirmeye de baÅŸladı. Önce bölgeye komÅŸu Orta Asya Cumhuriyetleri ile yaptığı anlaÅŸmalar ile bu ülkelerdeki Uygur faaliyetini durdururken bir yandan da bu ülkelere sığınmak zorunda kalan Uygurların Çin’e iadesini saÄŸladı. Åžangay Ä°ÅŸbirliÄŸi Örgütü’nün nüvesi olan Åžangay BeÅŸlisi iÅŸte böyle bir ortamda bir yandan sınır problemlerinin çözümü öte yandan da Uygur meselesine karşı bölgesel bir bastırma siyaseti bulma amacıyla oluÅŸturuldu.

11 Eylül Olayları Uygur Meselesi açısından en önemli dönüm noktalarından birini oluÅŸturacaktı. 2001 yıla kadar bölgesel olarak uyguladığı “sert darbe” operasyonlarıyla tüm Uygurları baskı altına alan Çin yönetimi ABD’nin önderliÄŸinde baÅŸlatılan teröre karşı küresel mücadele trenine de ilk binenlerden oldu. 11 Eylül saldırılarından bir ay önce DoÄŸu Türkistan’ı barış, huzur ve refah merkezi olarak dünyaya tanıtmaya çalışan Çinli yöneticiler bir anda bölgenin son 10 seneden beri uluslararası terörist gruplar tarafından bir üs haline getirildiÄŸini ve Uygur teröristlerin Çin’in ekonomik ve toplumsal istikrarını tehdit ettiÄŸini iddia etmeye baÅŸladı. Her ne kadar Çin uluslararası profili yüksek Tibet gibi bir baÅŸka azınlık problemiyle daha uÄŸraşıyor olsa da terörle mücadele döneminde Müslüman Uygur toplumunu terörle iliÅŸkilendirmek Pekin yönetimi için daha kolay olmuÅŸtu. BM ve ABD’nin bazı Uygur örgütlerini terör listesine almasıyla Çin Uygurları bastırmada kendine küresel de bir kanal açmış oldu. Terörle mücadele aynı zamanda Çin için DoÄŸu Türkistan’da meydana gelen hoÅŸnutsuzlukları kendi yöntemiyle çözmesi için iyi de bir zemin saÄŸlamış oldu. Bölgede yaÅŸayan her Uygur olaÄŸan ÅŸüpheli haline getirilirken Uygurların belli baÅŸlı tüm yazar ve entelektüelleri sıkı takibe alındı. Terör kavramı iyice geniÅŸletilerek içine her türlü suçun girebileceÄŸi bir sepet haline getirildi. Åžiir yazmak, web sitesi yönetmek, herhangi bir ÅŸekilde rejimi veya yöneticileri eleÅŸtirmek, dini eÄŸitim almak veya vermek terörle iliÅŸkilendirilebilir bir hale getirildi. Bu açık çek Çin yönetimin bölgedeki asimilasyon faaliyetleri için de iyi bir bahane haline geldi. Özellikle dini baskılar olabildiÄŸince artarak Çin genelinde neredeyse Ä°slamofobik bir kampanyanın da fitilleri yakılmış oldu.

ABD’NÄ°N PASÄ°FÄ°K AÇILIMI

Ancak 2000’li yılların ortalarından itibaren Çin için DoÄŸu Türkistan sınır güvenliÄŸi ve toprak bütünlüÄŸünden ziyade kendi dış politikası ve bölgesel stratejisi için kilit öneme sahip bir bölge haline gelmeye baÅŸladı. Öncelikle Orta Asya ile ekonomik iliÅŸkilerde DoÄŸu Türkistan’ın rolü ticaret hacmiyle paralel olarak ciddi bir artış gösterdi. Çin’in Orta Asya’ya daha fazla nüfuz etmek için inÅŸa ettiÄŸi otoyollar, demiryolları ve boru hatlarının tümü DoÄŸu Türkistan’dan geçiyordu. DoÄŸu Türkistan’ın bu dönemde jeopolitik olarak sahip olduÄŸu anlam daha da önem kazanmıştı. Zira bu bölgenin Çin topraklarına dâhil olmaması durumunda Çin’in batı ile tüm ulaşımı ya Rusya ya da Hindistan üzerinden yapılmak zorunda kalacaktı. Çin bu dönemde Orta Asya’yı ekonomik olarak kendine bağımlı hale getirirken demografik ve yatırım ataklarıyla bu bölgedeki nüfuzunu da geliÅŸtirmeye baÅŸladı. Ancak bu geliÅŸmeler yaÅŸanırken Uygurlara karşı ekonomik kalkınma yerine ayrımcılık ve marjinalleÅŸtirici politikalar takip edildi. Bu yıllarda DoÄŸu Türkistan’da uygulanan kalkınma programları bölgede Uygurların aleyhine etnik gruplar arasındaki gelir eÅŸitsizliÄŸini daha da derinleÅŸtirirken bir demografik asimilasyon giriÅŸimini de beraberinde getiriyordu. Bölgeye taşınan Han Çinliler ekonomik kalkınma politikalarının meyvesini yerken Uygurlar kendi yurtlarında garip ve parya bir hale sokuluyordu.

2009 yılında Amerika’nın Asya Pasifik açılımını baÅŸlatmasıyla DoÄŸu Türkistan’ın Çin için olan önemi yeni bir boyut daha kazandı. Bu açılım Amerika’nın bölgede görünürlüÄŸü ve etkisinin artması ve bölge ülkeleriyle yeni tür ekonomik, siyasi ve askeri iliÅŸkiler kurulmasını da içeriyordu. Bu durum Çin için iki sorunu bir arada getiriyordu. Bir yandan ekonomik olarak güçlenen Çin’in güç projeksiyonu yapacağı alana Amerika davetsiz bir misafir giriÅŸi yapmıştı. ABD Pasifik ve çevre denizlere müdahil oluyor Çin’in daha önce arka bahçesi olarak gördüÄŸü Burma ve Kamboçya gibi ülkelerle iliÅŸkilerini yeniden kurarak diplomatik anlamda Çin’i zor durumda bırakıyordu. Bu durumda Çin’in doÄŸusunda manevra kabiliyeti oldukça kısıtlanırken (kuzeyinde Rusya güneyinde de Hindistan olduÄŸu için) bazıları için bu güç projeksiyonunun yapılacağı en uygun bölge olarak Orta Asya kalmıştı. Bu bölgeye de uygulanacak tüm projeksiyonlar DoÄŸu Türkistan üzerinden olacaktı. Bu bölgenin destek noktası olması için de Çin’in birlik, bütünlük ve güvenliÄŸinin en güçlü olduÄŸu bölgelerden biri olması ve dolayısıyla da elden geldiÄŸince ÇinlileÅŸtirmesi gerekiyordu. Bunun yanında Amerika’nın özellikle Güney Çin Denizi’ndeki jeopolitik mücadelenin içine girmeye baÅŸlaması ve Asya’daki denizyolları coÄŸrafyasının ortaya çıkardığı sıkıntılı durum Çin’i ticari ve askeri açıdan zaaf içinde bırakmaya baÅŸlamıştı. Bölgedeki adalar kara suları sorununu ortaya çıkarırken Malakka boÄŸazı gibi dar ve uzun geçitler de Çin’in ticari ve enerji taşımacılığını tehdit edilebilir bir hale getiriyordu. Bu da Çin’in kendisini batıya baÄŸlayacak kara ve demiryollarının önemi bir misli daha artırmıştı. Bu yolların da bir ÅŸekilde DoÄŸu Türkistan’dan geçecek olması Çin için DoÄŸu Türkistan’ı ve bu bölgenin güvenliÄŸini daha stratejik hale getirdi.

Bölgede son bir haftada yaÅŸanan olaylar ve Pekin yönetiminin olaylar karşısındaki orantısız tepkisi üzerine düÅŸünürken DoÄŸu Türkistan’ın Çin için ne anlama geldiÄŸi göz önünde bulundurmak zorundayız. Son yirmi yıl içerisinde Çin tarafından Uygur meselesi bir iç sorun olmanın ötesinde aynı zamanda uzun vadeli stratejik hedeflerin hayata geçirilmesi öncesinde ortadan kaldırılması gereken bir engel olarak da algılanmaya baÅŸladı. Çin’in DoÄŸu Türkistan’da her muhalif sesi ortadan kaldırma ve her farklılığı asimile etmeye çalışmasının altında yatan sebepler arasında hiç de barışçı görünmeyen bu bölgesel plan ve stratejiler ve bunları hayata geçirmeye kararlı kasası dolmuÅŸ, gözü kararmış ve nefsi kabarmış bir rejim bulunuyor. Bundan böyle DoÄŸu Türkistan meselesine bakarken bu planları göz önüne almamız bölgedeki Uygurların nasıl bir kıskaç altında olduÄŸu konusunda bize daha net bir resim sunacak.

[Star Açık GörüÅŸ, 6 Temmuz 2013]