Uluslararası örgütler daha çok uluslararası sistemi kontrolü altında devlet ya da devletlerin iradesiyle ortaya çıkan, uluslararası siyasetin aktörü olabilen, genellikle uluslararası sistemdeki mevcut işleyişe yardımcı olan ve böylece statükonun devamına katkı yapan kurum ve kuruluşlardır. Uluslararası kurumlar ve bunların ortaya çıkardığı uluslararası rejimler genellikle uluslararası sistemi kontrol etmede hem hegemon devlet(ler)e meşruiyet hem de diğer devletlerin rızasını sağlayan araçlardır. Modern dönemde –Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi sonrası– 19. yüzyılın ikinci yarısında önce teknik alanlarda daha sonra da toplumsal, ekonomik ve siyasal alanlarda uluslararası örgütler kurulmaya başlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise Birleşmiş Milletler (BM) ve irtibatlı örgütlerin (BM ihtisas kuruluşları, yardımcı kuruluşlar, yan kuruluşlar ve programlar) kurulmasıyla hem sayıları hem de etkileri artmıştır. Savaştan sonraki on yıl içerisinde hem liberal dünyada hem de sosyalist blok ülkeleri tarafından çok sayıda uluslararası örgüt kurulmuştur. 20. yüzyılın son çeyreğinde ise küreselleşme sürecinin yoğunlaşmasıyla uluslararası örgütlerin hem sayıları hem de niteliklerinde ciddi artışlar olmuştur.
Soğuk Savaş dönemi boyunca daha çok ABD liderliğindeki liberal dünya tarafından kurulan uluslararası örgütler uluslararası siyaseti etkiledi hatta uluslararası sistemin işleyişini belirledi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinden hemen sonra Batı dünyasının kurulmasına öncülük ettiği uluslararası örgütlerin gerçek manada evrensel örgütlere dönüşecekleri beklendi. Ancak özellikle 11 Eylül 2001’de ABD’ye yönelik terörist saldırılar ve Amerikan yönetiminin bu saldırılara verdiği tek yanlı cevaplar nedeniyle bu beklenti gerçekleşmedi. Ancak yine de Batılıların kurulmasına öncülük ettiği kuruluşlar etkilerini devam ettirdiler.
Batı dünyasının lideri ve dünyadaki tek süper güç olan ABD’nin hegemon olmaktan çıkma isteğiyle uluslararası sistemde ve uluslararası örgütlerin faaliyetlerinde sorunlar baş göstermeye başladı. Özellikle aşırı milliyetçi Trump’ın “Önce Amerika” sloganıyla iktidara gelmesi sonrasında ABD yönetiminin tek taraflı siyasetlerle çok sayıda çok taraflı uluslararası platformlardan çekilmeye başlaması ve uluslararası örgütlere olan güveninin kalmadığını dolayısıyla kararlarına saygı göstermeyeceğini ilan etmesiyle birlikte sistemik sorunlarda inisiyatif alacak güçlü devlet de kalmadı. BM ve BM’nin ihtisas ve yardımcı kuruluşları başta olmak üzere bütün uluslararası örgütlere yönelik şüpheci bir siyaset izlemeye başlayan Trump yönetimi uluslararası örgütlerin giderek anlamlarını yitirmesinin başlıca nedeni oldu. Çünkü BM başta olmak üzere IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi mevcut uluslararası örgütlerin önemli bir kısmı ABD’nin inisiyatifi ile kurulmuşlardı. ABD’nin bu uluslararası örgütlerden elini ve desteğini çekmesi bir anlamda bu örgütlerin varlık gerekçesinin ortadan kalkması demekti.
Arkasında hegemon devletin desteği olmayan uluslararası örgütlerin uluslararası siyasette etkili olması beklenemez çünkü ancak hegemon devlet örgütün aldığı kararın uygulanmasını sağlayabilir.Öte yandan günümüzde hegemonyaya ve mevcut uluslararası sisteme karşı çıkma ve değiştirme amacıyla kurulmuş binlerce hükümetler arası ve hükümetler dışı bölgesel ve/veya küresel uluslararası örgüt sistemdeki işleyişi değiştirmek amacıyla faaliyetlerde bulunmaya çalışmaktadır. Doğal olarak bu muhalif uluslararası örgütler de statükoyu korumaya çalışan diğer örgütler gibi çok taraflı iş birliğinin sonucu olarak ortaya çıkmışlardır. Dolayısıyla bu muhalif uluslararası kuruluşlar hegemonyayı elinde bulunduran devlet veya devletler grubunun dışında kalan başka bir grup devletin ortak iradesinin birer yansımasıdırlar. Ancak hegemonya aracı olan uluslararası kuruluşlardan farklı olarak bu muhalif uluslararası örgütler Washington’ın liderliğindeki Batı hegemonyasının zayıflamaya başlamasıyla birlikte giderek daha etkili olmaya ve ABD ile müttefiklerinin siyasetlerini kısıtlamaya başlamışlardır.
Koronavirüs Etkisi
Toplumsal, ekonomik, siyasal ve stratejik alanlar üzerinde etkili olan koronavirüs (Covid-19) salgını dünya çapında bütün bireyleri, toplumları, ekonomileri, devletleri ve uluslararası örgütleri etkilemeye başlamıştır. Diğer siyasal aktörlere benzer şekilde uluslararası örgütler de koronavirüs salgınından etkilenecekler ancak daha çok olumsuz bir şekilde etkilenmeleri beklenmektedir. Aşağıda sıralanan nedenlerden dolayı uluslararası örgütlerin önümüzdeki dönemde etkililiklerinin ve sorumluluklarının azalması beklenmektedir.
Bu nedenlerden birincisi dünya sisteminin hegemondan ve uluslararası güç dengelerini sağlayan bir devletten yoksun kalmasıdır. Özellikle Trump yönetimiyle birlikte küresel liderlikten vazgeçtiğini ilan eden ABD çok sayıda uluslararası örgütten resmi ve aktif desteğini çekmiş ya da çekmek istemektedir. Örneğin milliyetçi bir güvenlik politikası ve korumacı bir ekonomik politika izleyen Başkan Trump iklim değişikliği sözleşmesinden ülkesinin imzasını geri çekmiştir. Benzer şekilde ABD hem Pasifik hem de Atlantik ülkeleriyle gerçekleştirmeye çalıştığı ticaret ortaklıklarına son vermiştir. Başkan Trump “Önce Amerika” veya “Yalnız Amerika” sloganı doğrultusunda uluslararası örgütlerin belirlediği kuralları bir tarafa bırakarak tek yanlı ve milliyetçi bir dış politika izlemektedir.
ABD’nin dışındaki devletler küresel sistemin devamı için herhangi bir maliyete katlanmadıkları halde bundan istifade ederlerken bunun aksine ABD ise küresel uluslararası örgütlerin kuruluşuna vesile olan ve bunları ayakta tutan başlıca devlet olduğu halde bu kuruluşların faaliyetlerinden yeterince istifade edememektedir.Netice itibarıyla bugün faal olan hemen bütün küresel aktörlerin doğrudan veya dolaylı kurucusu olan ABD bu örgütlerden beklediği menfaati elde edemediğinden bunlara yönelik beklentilerinden vazgeçmiş görünmektedir. Çünkü uluslararası sistemdeki mevcut gidişat yani statüko ABD’den ziyade Çin gibi ülkelerin menfaatine olunca uluslararası örgütlerin kuruluşunda yer alan zihniyet ve gerekçe de anlamını yitirmiş olmaktadır. Çünkü ABD’nin dışındaki devletler küresel sistemin devamı için herhangi bir maliyete katlanmadıkları halde bundan istifade ederlerken bunun aksine ABD ise küresel uluslararası örgütlerin kuruluşuna vesile olan ve bunları ayakta tutan başlıca devlet olduğu halde bu kuruluşların faaliyetlerinden yeterince istifade edememektedir.
Arkasında hegemon devletin desteği olmayan uluslararası örgütlerin uluslararası siyasette etkili olması beklenemez çünkü ancak hegemon devlet örgütün aldığı kararın uygulanmasını sağlayabilir. Aksi takdirde ulus devletler uluslararası kurumların aldığı kararı dikkate almazlar. Bunun en çarpıcı örneği BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararlardır. Eğer ABD 1990’daki Körfez krizinde olduğu gibi desteklerse alınan karar çok etkili olur ancak Filistin-İsrail sorununda alınan kararlar gibi desteklemezse etkisiz kalır. ABD’nin siyasi ve mali desteğinden mahrum olan uluslararası kuruluşların etkililiği ve sorumluluğu da sorgulanmaya başlar. Koronavirüs salgını krizi sırasında Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) önce kayıtsız kalması, Çin’i sorumlu tutmaması ve dünya kamuoyunu yanlış yönlendirmesi de bu algıyı derinleştirmiştir.
İkinci olarak bugün itibarıyla küresel devletler arasındaki ilişkiler daha çok çatışmacı bir yönde ilerlemektedir. Özellikle ABD ile Çin arasında bir süredir devam eden ticaret savaşlarının kısa süre sonra kapsamının genişleyerek siyasi ve askeri bir çatışmaya dönüşme ihtimali yüksektir. Küresel aktörler arasındaki ilişkilerin çatışmacı olmasının sonuçlarından biri de uluslararası örgütlerin etkisinin azalmasıdır. Devletlerin bölgesel ve küresel sorunlar konusunda farklı tutumlar sergilemesi uluslararası örgütlerin krizler karşısında etkisiz kalmasıyla neticelenmektedir. Koronavirüs salgını sırasındaki acil iş birliği ve dayanışma ihtiyacı bile küresel aktörleri ortak bir paydada toplayamamıştır. ABD dahil küresel aktörlerin evrensel uluslararası örgütlere ve çok taraflı platformlara güvenleri kalmadığından dolayı bundan sonraki dönemde küresel aktörlerin ulusal siyasetlerini daha çok küresel gelişmeleri paranteze alarak yürütecekleri beklenmektedir. Yakın dönemde ulus devletler karşı karşıya oldukları sorunlar küresel ölçekli olsa bile ulusal tedbirlerle bunların üstesinden gelmeye çalışacaktır. Uluslararası kuruluşlara ve çok taraflı platformlara yönelik güvensizliğin artmasına paralel olarak bölgesel ve küresel devletler arasındaki ilişkiler daha çok sıfır toplamlı olmaya başlamıştır.
Yakın gelecekte milliyetçiler ile küreselleşmeciler arasındaki mücadeleyi milliyetçilerin kazanacağı ve çatışmacı ilişkilerin uluslararası siyasette hakim olacağı beklenmektedir.Üçüncü olarak daha çok aşırı milliyetçi kişi ve partilerin iktidarda olduğu ve uluslararası ilişkilerde duvarların yeniden inşa edildiği bir dönemde uluslararası iş birliği ve dayanışma ihtimali çok düşüktür. Çin gibi zaten geleneksel olarak otoriter olan rejimlerin yanında Batı dünyasındaki liberal yönetimler de genel manada aşırı milliyetçilerin kontrolüne geçince çok taraflı uluslararası platformlar önemini yitirmiştir. Batı dünyası geleneksel söylemlerinden uzaklaşarak illiberal bir dünyaya dönüşmüştür. Trump yönetimi tek yanlı politikalar izleyen ve dost düşman hemen bütün ülkeleri ötekileştiren bir siyaset izlerken İngiltere’de iktidara gelen Boris Johnson hükümeti de ülkesini Avrupa Birliği’nden (AB) resmen çıkarmıştır. Öte yandan pek çok Avrupa ülkesinde hem küreselleşme karşıtı ve yabancı düşmanı hem de AB karşıtı olan siyasi partiler ve hareketler güç kazanmaya başlamıştır. Bazıları iktidar olurken bazıları da ana muhalefet olmuş veya meclise girmeye başlamıştır. Batı’daki bu aşırı milliyetçi hava Batı dışı dünyada da oluşmaya ve etkili olmaya başlayınca küresel ölçekte içe kapanmacı ve milliyetçi rejimler dünyasına girilmiştir. Ayrıca bu rejimlerin hemen tamamının sığ popülizmden besleniyor olması da bu yönetimlerin neden olduğu sorunların katmerleşmesine yol açmaktadır. Netice itibarıyla yakın gelecekte milliyetçiler ile küreselleşmeciler arasındaki mücadeleyi milliyetçilerin kazanacağı ve çatışmacı ilişkilerin uluslararası siyasette hakim olacağı beklenmektedir.
Dördüncü olarak ABD ve Batı hegemonyasına meydan okuyabilecek en muhtemel devlet olan Çin ekonomik iddialarını siyasi alana taşımak üzere önemli adımlar da atmaktadır. Çin merkezli kurulan uluslararası örgütler ABD ve Batı merkezli uluslararası örgütlere alternatifler oluşturacaktır. Günümüzde Batı inisiyatifiyle kurulan örgütlerin perspektiflerini istismar eden Çin bu örgütlerin faaliyetlerini etkin bir şekilde yerine getirmesini sağlama konusunda yeterli ve gerekli desteği sağlamaktan kaçınmaktadır. Bunun tabii ki anlaşılır nedenleri vardır. Öncelikle Çin yönetimi ABD ve Batı hegemonyasının temel taşıyıcıları olan kurumların ayakta kalmaları için destek vermek istemiyor. Her ne kadar bu örgütlerin siyasetlerinden istifade etse de bunlara destek ABD ve Batı’ya destek anlamına geldiğinden bundan kaçınmaktadır.
Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda ne uluslararası kuruluşlara güvenini kaybeden ABD ne de kendisinin öncülüğündeki kuruluşları uluslararası siyasette etkili kılma ve küresel ölçekte mobilize etme konusunda yeterli güce sahip olmayan Çin küresel yönetişim sorunlarını çözebilecektir. ABD mevcut kuralların kendisine hizmet etmediği gerekçesiyle uluslararası örgütlerden uzak kalırken Çin hala uluslararası örgütlerin aldıkları kararları ve belirledikleri kuralları diğer devletlere zorla kabul ettirme gücünden mahrumdur. ABD ve Çin gibi küresel aktörler küresel iş birliği ve dayanışma ihtiyacı hissetmedikleri sürece uluslararası örgütlerin etkili olması beklenmemelidir. Kısacası bugün itibarıyla uluslararası sistemin temel taşıyıcısı olan uluslararası örgütlerin etkisiz ve sorumsuz kalması uluslararası sistemin istikrarsızlığının en önemli göstergeleri olarak kalacaktır.