SETA > Yorum |
Kemalist ve Gülenist Dış Politika

Kemalist ve Gülenist Dış Politika

Gülen Cemaati'nin genel Türkiye dış politika anlayışı ile Kürt meselesine yaklaşım biçimi onun hem Kemalist paradigma hem de Türkiye İslamcılığının ana damarı ile kurduğu ilişkiye ışık tutacaktır.

Gülen Cemaati’nin Türkiye siyasetinde nereye oturduğu, toplumsal hayatında nerede durduğu öteden beri tartışıla gelen bir konu oldu. 17 Aralık operasyonuyla bu tartışma hız ve boyut kazandı. Bu operasyon ve sonrasında yaşananlar ile Gülen Cemaati’nin devlet, bürokrasi ve siyasetle kurduğu ilişki biçimi ve toplumsal/siyasal mühendislik girişimlerine teşne yapısı, onun nevzuhur bir vesayet girişimi olarak tanımlanmasına yol açtı. Kemalist vesayetten aşina olduğumuz özelliklerin Gülen Cemaati’nin siyasal ve bürokratik tasarruf ve projeksiyonlarında zuhur etmesi, Gülen Cemaati ile Kemalist ulus-devlet paradigması arasındaki kan bağının deşilmesi ihtiyacını hasıl etti. Böylesi bir deş(il)me, muhafazakar ve mukaddesatçı bir zemin üzerinde yükseldiği sanısıyla toplumsal desteğe mazhar olan Gülen Cemaati’nin İslami mahalle ile kurduğu ilişkinin niteliğinin de daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.

Kemalist vesayet sistemi daha çok makro konularda ete kemiğe bürünerek karşımıza çıkmaktaydı. Devletin dış-güvenlik siyaseti ile kimlik politikası bu konuların başında gelmekteydi. 2000 öncesi Türkiye’sinde Kemalist vesayetin en vücut bulduğu kurum olan Milli Güvenlik Kurulu’nun gündemleri incelendiğinde mezkur konuların baskınlığı dikkat çekecektir. Bu çerçevede, Gülen Cemaati’nin genel Türkiye dış politika anlayışı ile Kürt meselesine yaklaşım biçimi onun hem Kemalist paradigma hem de Türkiye İslamcılığının ana damarı ile kurduğu ilişkiye ışık tutacaktır.

KEMALİST DIŞ POLİTİKA

Türkiye İslamcılığının kendisini Kemalist devlet paradigmasından ayrıştırdığı alanların başında “dış politika” yaklaşımı gelmektedir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren normatif eksende takip edilen Batıcılık ve Batı yönelimli dış politika anlayışı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurumsal bir çerçeveye oturdu. Türkiye, ilk olarak, İkinci Dünya Savaşı sırasında çöken uluslararası finans sisteminin yeniden inşa edilmesi için 1944 yılında dizayn edilen Bretton Woods sisteminin kuruluşları olan IMF ve Dünya Bankası’na 1947 yılında üye oldu. Bunu müteakip, Türkiye, Batı yarım kürenin en temel güvenlik organizasyonu olan NATO’ya ise 1952 yılında üye oldu. Son olarak, Türkiye, yarım asrı aşkın bir süredir Avrupa entegrasyonunun dönüşen kurumsal yapısında üyelik elde etmek için uğraşmaktadır.

Bu şekilde, değer merkezli temeller üzerinden inşa edilen Türkiye’nin Batıcılık serüveni, II. Dünya Savaşı’ndan sonra güvenlikten, ekonomiye, finanstan dış politikaya kadar geniş bir yelpazede güçlü kurumsal bir zemine oturtuldu. Kemalist devlet elitinin hem normatif hem de realist ve rasyonel gerekçelerle referans aldığı “Batı Merkezli” dünya düzeni ve dış politika anlayışı aynı zamanda Türkiye’nin diğer dış politika girişimleri içinde bir filtre işlevi gördü. Türkiye’nin dış politikasında attığı ve(ya) atacağı adımların önemli kısmı bu Batıcı prizmadan geçirilip, bu ittifak eksenine halel getirmeyecek bir formata sokuldu.

Buna karşın, Türkiye İslamcılığı dış politika alanında revizyonist bir anlayışa sahip olup, farklı bir dış politika tahayyülü geliştirdi. Erbakan’ın fikir öncülüğünü yaptığı D-8 projesi böylesi bir revizyonist anlayışın eseriydi. Mevcut uluslararası sisteminin hem kurumsal hem de Hıristiyan-Yahudi ilahiyatı ile Batı’nın kültürel, felsefik ve siyasal birikimi üzerine inşa edilmiş değersel temellerine itirazın ürünü olan bu girişim, farklı bir kurguyla, Müslümanca değerler üzerine bina edilen alternatif bir uluslararası sistemi öngörmekteydi. Benzer şekilde, AK Parti, iktidara geldiği ilk dönemde Batı ile ilişkileri güçlü bir zeminde tutmakla beraber, Türkiye dış politikasının tahayyül ve aktivizm coğrafyasını genişletti. Ortadoğu ile Afrika’daki dış politika aktivizmi geleneksel Batıcı dış politika anlayışının filtresine tabi tutulmadı. Son olarak, henüz uluslarası sistemin değer temelleri üzerine güçlü eleştiriler duymasak da, 2011 yılından sonra AK Parti ve Erdoğan’dan daha sık ve güçlü uluslarası sistem ile kurumlara yönelik eleştirileri duymaktayız.

Bu noktada, Gülen Cemaati’nin dış politika tasavvuru Türkiye’deki ana akım İslamcı damardan farklı olup Kemalist paradigmayla daha fazla örtüşmektedir. Türkiye’nin yüzleştiği bütün temel dış politika meselelerinde, Gülen Cemaati’nin neşriyatlarında takip edebildiğimiz kadarıyla, Cemaat, Kemalist refleksler ortaya koymaktadır. Mısır darbesi ile Suriye krizinde Batı ile beraber hareket edilmesini salık veren Cemaat, İran ile yakın ilişkiler geliştirilmesine itiraz edip, bu konuda Batı ile uyumlu izolasyoncu bir politikanın güdülmesini savunmaktadır. Buna karşın, İsrail ile ilişkileri Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerinin ön şartı olarak değerlendiren Cemaat, bu konuda İsrail ile mümkün olan en yakın iş birliğini teşvik etmektedir. Son olarak, hem Kemalist hem de Batı’nın sahip olduğu İslamcı siyasal aktörler alerjisinin, hem İhvan hem de diğer İslami gruplar üzerinden Gülen Cemaati’nde ziyadesiyle var olduğuna şahit olmaktayız. Hülasa, Gülen Cemaati, geleneksel Kemalist dış politika anlayışıyla uyumlu olarak, Batı merkezci bir dış politika vizyonuna sahip olup, bu yaklaşımın Türkiye dış politikasının referans noktasını teşkil etmesi gerektiği tezini işlemektedir.

ESKİ KÜRT FİLMİ

Gülen Cemaati’nin Kemalist devletin geleneksel kodlarıyla buluştuğu ikinci alanı ise Cemaatin Kürt meselesine yaklaşımı oluşturuyor. Kemalist rejimin makbul vatandaş tahayyülünün ana özelliklerini Türklük, kültürel Müslümanlık, Sünnilik ve yaşam tarzı olarak da sekülerlik oluşturmakta(ydı).Bu prototipin dışında kalan kimlik gruplarıyla devlet sorunlu ve sancılı bir ilişki kurdu. Bunların başında ise Kürtler gelmekteydi. Kürt meselesinde, bastırma, tenkil, asimilasyon politikalarını birlikte ve sırasıyla uygulayan rejim, resmi söylem ile 1980 ve 1990’larda devlet aklını temsil eden MGK siyasetinde sorunu “geri kalmışlık”, “eğitimsizlik”, “asayiş” kavramlarıyla kodladı. Meselenin siyasi ve kimlik boyutuyla yüzleşmekten kaçınan bu yaklaşım, sorunu derinleştirip, daha da çetrefil kıldı.

Her ne kadar Kemalist paradigmadan tamamıyla arınmış olmasa da, Milli Görüş ve daha sonra da AK Parti ile temsil edilen İslamcı gelenek, bu meselede resmi söylem ve siyasetten sapma ile Kemalizmin güvenlik cenderesine aldığı Kürt kimliğini bu cendereden çıkarma siyasetini izledi. Önce kültürel alanda Müslüman ortak kimliğinin bir unsuru olarak Kürt kimliğini tanımayla başlayan bu yaklaşım, geçirdiği evrilmelerle Kürt kimliğinin siyasal yansımalarını da dikkate almak ve onu Müslüman kimliği ortak şemsiyesine dahil etmeyi öngüren bir siyaset izledi. Bu yaklaşımda, Kürt kimliğini tanıma ve kabul etme iradesi ortaya konmakla birlikte, hem Kürtler hem de Türkler’in üst Müslümanlık ortak kimliğinde birleştirilmesi siyaseti güdüldü. Bu aynı zamanda, bu geleneğin bölgesel tasavvuruyla da uyumlu bir politikadır. Nitekim, Öcalan’ın Newroz mektubunda yapmış olduğu İslami vurgularda bu siyasete rızanın ifadesi olarak değerlendirebilir.

Buna karşın, Gülen Cemaati’nin Kürt meselesine yaklaşım felsefesinin en berrak ifadelerini Fethullah Gülen’in BBC’ye verdiği mülakatta görmek mümkündür. Gülen, çağın ruhu ile Kürt meselesinin çözüm parametreleri etrafında toplumda gelişen olgunlaşma düzeyi nedeniyle Kürtçe eğitim ile müzakerelere karşı çık(a)madığını ifade etti. Cemaatin MİT Operasyonu ile KCK tutuklamalarındaki rolü dikkate alındığında “görüşme yapılabilir” ifadesine belli bir şerh koyabiliriz. Fakat Kürt meselesinin çözümü bağlamında mülakatın ruhuna sinen düşünce eski devlet aklının tekrarı niteliğindeydi. Meseleyi hala “geri kalmışlık”, “işsizlik” ve “eğitimsizlik” şeklinde kodlayan Gülen, çözüm olarak da bölgede okulların, dershanelerin açılması, iş imkanlarının artırılması ve halka sahip çıkılmasını sunmaktaydı. Burada okullara yüklenen misyon sadece toplumun eğitim düzeyini artırmakla sınırlı olmayıp, aynı zamanda dağa gidişin de yolunu kapatmaktır. Yani bu okullar devletin müzmin ulusal güvenlik sendromunu çözme işlevi de görüyorlar(dı).Meselenin siyasi, kimlik ve haklar boyutunu öteleyen bu yaklaşım, eski bir devlet refleksini ortaya koymaktadır. Kürt meselesini Kürt illerine kurulacak okullar ile aşma projesi, ki daha sonra bu vizyon Yatılı İlköğrenim Bölge Okullarıyla (YİBO) uygulamaya kondu, İsmet İnönü’ye ait bir projedir. Ne yazık ki, Gülen Cemaati benzer bir vizyonu yaklaşık bir asırlık bir gecikmeyle tekrardan tedavüle sokmaya çalışmaktadır.
Buna ilaveten, “Kürtleri adam etme, medenileştirme” görevinin farklı kavramlara dökülmüş hali olan onları eğitme, iş sahibi kılma, onlara sahip çıkma ve dolayısıyla Kürt meselesini çözme yaklaşımı, çözüm reçetesi olarak yanlış, geri ve ilkel olmakla kalmayıp, aynı zamanda adeta beyaz adamın misyonu/kibrini yansıttığı için de Kürtler açısında rahatsız edici ve inciticidir. Kürt meselesine yaklaşımdaki bu psikoloji ve kurtarıcılık misyonu kendisini ziyadesiyle Cemaat medyasının TV dizilerinde açık etmektedir. Ses kayıtlarında öğrendiğimiz üzere, bizzatihi Fethullah Gülen’in onayından geçen Şefkat Tepesi ve Tek Türkiye gibi dizilerde resmedilen ‘şiddete eğilimli’, ‘kaba’, ‘gayri-medeni’, ‘eğitimsiz’ Kürt portresi, Kürt illerinde görev yapan ‘idealist’, ‘medeni’, ‘eğitimli’, ‘diğergam’, ‘merhametli’ ve ‘müşfik’ Cemaat ehli öğretmen, doktor, asker eliyle eğitilmekte, medenileşme süreci ve halkasına dahil edilmektedir. Realiteden kopuk bu rahatsız edici resim Cemaat’in sahip olduğu mesiyanik kurtarıcılık psikolojisinin açık bir tezahürüdür.

İSLAMCILIK VE GÜLENİZM

Aslında, bu durum Kemalist ulus devlet paradigmasının pozitivist ve aydınlanmacı yönünü vurgulayan kültürel üretimlerden aşina olduğumuz bir durum.Kemalist paradigmanın laik ve aydınlanmacı veçhesini vurgulamak için filmlere konu olan aydınlanmış, idealist, Batı’nın kültürel ve entelektüel üretimlerinden beslenmiş, genellikle de kadın öğretmen proto-tipinin Anadolu’daki Müslüman/muhafazakar halkı hurafelerle bezenmiş hayattan kurtarmak, çağdaşlatırmak ve ‘muasır medeniyetler seviyesinde medenileştirmek’ görevinin benzeridir bu filmlerle resmedilen. İkisinde de doğruya, iyiye, olması gerekene vakıf olmuş bir zümre kurtarıcı bir misyonla bunlardan mahrum kalmış halk yığınlarını bu erdemlerle buluşturmak için fedarkarca mücadele etmektedir. Kemalist zümre için bu kitle Müslüman/muhafazakarlarken, Gülen Cemaati için ise Kürtlerdir.

Hülasa, Kemalist ulus-devlet paradigmasının en baskın şekilde boyasını çaldığı, rengini verdiği konuların başında gelen dış politika ile kimlik siyasetinde (Kürt meselesi) Gülen Cemaati, Türkiye İslamcılığından ayrışıp, Kemalist paradigmaya yakınlaşmaktadır. Başka bir ifadeyle, Kürt meselesi ile Türkiye dış politikasına yaklaşım konusunda Gülen Cemaati Kemalist ulus-devlet paradigmasının muhafazakar bir ürünü/yorumu olarak temayüz etmektedir.

[Star Açık Görüş, 16 Mart 2014]

İlgili Yazılar
Hassas Bir Süreç
Yorum
Hassas Bir Süreç

Aralık 2024