Gerginlikten beslenmek... Türkiye'de özellikle siyasette ve futbolda çok sık kullanılan ifadelerden biridir. Futbolda agresif karakteri ile ön plana çıkan bazı başkanlar ve teknik direktörler için bu nitelemede bulunulur. Siyasette ise en fazla Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gerginlikten beslendiği bir kısım medyada çok sık iddia edilir. Hemen ardından da Erdoğan'ın toplumu kutuplaştırma üzerine siyaset inşa ettiği eklenir. Bununla birlikte gerginlik siyaseti ve toplumu kutuplaştırma açısından tespit edilmesi gereken bir husus ise asıl CHP'nin özellikle de 2013'ten itibaren milli bir duruş sergilemesini engelleyen, gerginlikten beslenen ve toplumu ayrıştıran çok hırçın ve agresif bir siyaset izlediğidir. Bunun temel nedeni CHP'nin Erdoğan karşıtlığı üzerine siyaset yapmasıdır. CHP ulusal ve uluslararası boyutlu ortaya çıkan tüm krizlerin Türkiye üzerindeki etkisini öncelemek yerine Erdoğan ve AK Parti'ye yükleyeceği maliyet üzerine düşünmektedir. CHP'nin Meclis'teki grup toplantısında AK Parti ve Erdoğan'a topluca küfür edilmesi, 17-25 Aralık yargı darbesi ve MİT TIR'ları meselesinde takındığı tavır bunun en tipik örnekleridir.
Ancak özellikle 16 Nisan referandumundan sonra CHP milletin ortak değerler setini de hiçe sayacak bir üslupla ve artan bir dozajda hırçın bir siyaset izlemektedir. 16 Nisan sonrasındaki bu hırçın siyasete pek çok örnek verebilmek mümkün. Bir kere CHP her fırsatta Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı "tek adamlık" ve "otoriterlik" ile itham etmektedir. Belediye başkanından grup başkan vekili ve genel başkanına kadar CHP teşkilatının her kademesinden yetkili Cumhurbaşkanı Erdoğan'a "faşist diktatör" olarak sesleniyor. Bunu tamamlayıcı mahiyette CHP sürekli olarak "sarayın polisleri veya hakimleri" gibi ifadelerle ayrıştırıcı bir dil kullanıyor.
FETÖ'nün gerçekleştirdiği işgal girişimini "kontrollü darbe" olarak nitelendiren Kılıçdaroğlu ve CHP darbecilerle mücadele için ilan edilen OHAL'i "20 Temmuz darbesi" şeklinde diline doladı. Kılıçdaroğlu ülkesini Almanya'ya şikayet etti ve kimsenin can ve mal güvenliğinin olmadığını iddia ederek Alman turistlerin Türkiye'ye gelmemesi için ikazda bulundu. Referandum sonrasında Türkiye'nin uluslararası teröre destek veren bir ülke olduğu kampanyasına bolca su taşıdı. Türkiye'ye yönelik uluslararası ekonomik abluka davasına dönüşen Zarrab olayından Erdoğan ve AK Parti iktidarının devrilmesi için medet umdu. İç siyasette algı oluşturmak için Zarrab davasının görüşülmeye başladığı günlerin hemen ardından eline tutuşturulan kağıt parçaları (Man Adası iddiası) ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı yerli ve milli olmamakla suçladı. Son olarak CHP uzun dönemdir izlediği hırçın siyasete şimdi bir tuğla daha ekledi.
Türkiye'de bir ana muhalefet partisinin iktidarın kabul ettiği bir düzenlemeyi hukuken eleştirme hakkının çok ötesinde 696 sayılı KHK üzerinden iç savaş çığırtkanlığı yaptı. Hatta CHP'li bir milletvekili 696 sayılı KHK bağlamında eleştiri olarak nitelendirilemeyecek bir üslupla 15 Temmuz gecesi sokağa çıkarak darbecilere direnen vatandaşlara ağza alınmayacak hakaretlerde bulundu. Planları suya düşen CHP O halde soru şu: Özellikle 16 Nisan'dan sonra CHP neden çok daha fazla hırçın siyasete hapsoldu? Çünkü 16 Nisan'da Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişin kabul edilmesi CHP'nin dolayımlı olarak -bürokratik oligarşi aracılığıyla- iktidarı elde etme yolunun kapandığının ilanıdır. CHP iktidar olmak istiyorsa artık yüzde 50+1'i elde etmelidir. O nedenle CHP referandumdaki yüzde 48.6'lık hayır oyunu bloke etmeye çalışıyor ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden her kriz ve gerginliğin yüzde 48.6'yı daha fazla konsolide edeceğine inanıyor. Bu yüzden her geçen gün siyaseti geriyor. Ancak CHP aynı zamanda HDP ve FETÖ'yü içinde barındıran bir ittifak ve blok siyasetinin maliyetinin ve AK Parti ile MHP arasında devletin bekası üzerine yükselen ittifakın toplumsal karşılığının da farkında. Bu farkındalık ve çaresizlik kaçınılmaz olarak CHP'yi daha da agresif bir siyaset izlemeye savuruyor.
Buna rağmen CHP'nin hırçınlık düzeyi itibarıyla bugünlerimizi arayacağımızı söyleyebiliriz. Özellikle MHP'nin Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday göstermeyeceğini ve Erdoğan'ı destekleyeceğini açıklaması CHP'nin planlarını bütünüyle bozmuştur. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminden hareket edersek zaten Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turda bitme ihtimali oldukça yüksektir. MHP'nin bu çıkışıyla bu ihtimal katlanarak artmış ve Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine konuşulabilecek senaryolar azalmıştır. Bu çıkış ilk turda her partinin kendi adayını göstermesi, böylece seçimin ikinci tura kalması ve ikinci turda bir şekilde seçimi alabilmeye odaklanmış CHP'nin planlarını suya düşürmüştür. Bundan sonraki süreçte CHP'nin günbegün siyaseten daha fazla agresifleşmesi ve uluslararası sistemden daha fazla medet umması (tabii bu açıdan kat edilebilecek bir mesafe kalmışsa) kuvvetle muhtemeldir. Futbolla başladık, futbolla bitirelim.
CHP'nin durumu sahada istediğini yapamayan bir futbolcu gibi. Bir futbol maçında özellikle spektaküler hareket yapmayı seven bir futbolcu maça yön veremediği, istediği ortayı yapamadığı, artistik çalımı atamadığı veya golü kaçırdığında agresifleşerek rakip futbolcuya sert bir faul yapar ve kart görür. CHP ve Kılıçdaroğlu Türkiye'de siyasete yön veremediği, çıkılan her maçta (seçimlerde) yenildiği ve şampiyonluğun (Cumhurbaşkanlığı makamı) gittiğini gördüğü için her geçen gün daha agresif bir siyasete hapsolmakta ve saha dışı aktörlerden (uluslararası sistemden) medet ummaktadır.
[Sabah, 13 Ocak 2018].