ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya'dan oluşan P5+1 ile İran arasında devam eden nükleer müzakerelerin son görüşmesi dün ve bugün İstanbul'da yapılıyor. Görüşmeler İran'ın nükleer programının meşruiyetinin ötesinde küresel düzenin nasıl şekilleneceği ile de ilgili. Irak'ın işgali sürecinde uluslararası kural ve kurumları yok sayan bir diplomasi anlayışını benimseyen ABD, şimdilerde küresel düzenin kurallarının yeniden belirlenmesi sürecinde etkin olmaya çalışıyor. Yeni düzende oyunu kuralına göre oynamaya yanaşmayan İran gibi ülkelerin "hizaya getirilmesi" Amerika'nın etkinliği ve prestiji açısından önemli. İstanbul görüşmelerinden somut bir anlaşma çıkması ihtimali düşük görünüyor. Zira ABD Dışişleri, görüşme gündemini nükleer meselenin tartışılmasıyla sınırlamaya çalışırken, İran, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'ndan (NPT) doğan uranyum zenginleştirme hakkını tartışmaya açmayacağını söylüyor. Bu koşullarda, İran hâlihazırda elinde bulunan zenginleştirilmiş uranyumun büyük bir kısmının takasına razı olursa, bu P5+1 açısından başarı olarak değerlendirilecektir. Ancak İran için başarı, uranyum zenginleştirme hakkının kayıtsız bir biçimde tanınması demek. Uranyum zenginleştirme hakkını inkâr etmeyen ama bu tür faaliyetleri de dünya çapında sınırlandırmaya çalışan ABD ve Avrupalıların bunu yapmasını beklemek naiflik olacaktır.
İran'dan beklentiler
P5+1, BM Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) aldığı İran'ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini geçici olarak durdurmasını öngören 1696 no'lu karara (2006) uymasını istiyor. Ayrıca, İran'ın 2003'te imzaladığı, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) uzmanlarının önceden haber vermeksizin nükleer tesisleri teftişlerine olanak sağlayan Ek Protokol'ün gereğinin yerine getirmesini talep ediyor. 2010 Aralık ayında yapılan Cenevre Görüşmelerinden, İstanbul'da tekrar görüşmek üzere anlaşılması dışında somut bir sonuç çıkmaması bu gündem maddelerinde ilerleme sağlanamamasının bir sonucu. ABD, İran'ın öncelikle uluslararası sistemin belirlenmesi ve idamesi konusunda yetkiyi haiz kurumların (BMGK, IAEA, P5+1) meşruiyetini tartışmasız kabul etmesini istiyor. İran ise bu denklemde tutarsız ve ciddiyetsiz de olsa uluslararası sistemi eleştiren bölgesel bir güç olarak karşımıza çıkıyor. İran'ın İsrail'in deklare edilmemiş nükleer silahlarının bulunmasına rağmen uluslararası denetimin dışında kaldığı eleştirisi, Türkiye'nin de içinde bulunduğu birçok ülke tarafından paylaşılıyor. Bu eleştirilerin düzeni tehdit etmesine izin vermek istemeyen ABD ve Avrupa, bir yandan küresel düzenin yeniden belirlenmesi sürecinde ayrıcalıklı konumlarını korumaya çalışırken, bir yandan da Hindistan, Brezilya, Türkiye gibi yükselen güçlerin daha fazla inisiyatif sahibi olma taleplerine cevap vermek zorunda kalıyor.
Diyalog mu, zorlama mı?
ABD'li ve Avrupalı siyasetçi ve diplomatlar İran'ın uranyum zenginleştirme sürecinde zaman kazanmaya çalıştığına, aslında anlaşmaya niyeti olmadığına ve nihai hedefinin nükleer bomba üretmek olduğuna ikna olmuş durumdalar. Onlar için asıl sorun, İran'ın bombaya sahip olduğu bir senaryoda bölgedeki stratejik dengenin İran lehine ve ABD ve İsrail aleyhine değişecek olması. Washington'daki birçok uzmanın, "nükleer İran'la nasıl yaşayabiliriz?" ta