Bu yazıyı yazarken referandum sonuçları henüz açıklanmamıştı.
Evet çıkma ihtimali çok yüksek. Fakat uzun süredir söylemeye çalışıyorum.
Aslında bu referandum belli bir sürecin parçası. Uzun süredir Türkiye'de yürüdüğümüz yolda bir adım daha. Tarih bizi daha iyiye, daha güzele doğru götürecektir.
Bu nedenle hayır çıkmasını beklemiyorum. Ama daha önce de söylediğim gibi hayır çıksa bile bu yürüyüş devam edecek.
Ve bu ülkenin temel kurumları yeniden kurulacak.
Bunun en öncelikli adımı Cumhurbaşkanlığı Sistemi'ne geçiş.
Sonrasında diğer adımlar da gelecek. Devletin tüm kurum ve kuralları bu yeni sisteme uygun biçimde tekrar planlanacak.
Siyasetten ekonomiye, hukuktan güvenliğe her alan elden geçecek.
Bunların içinde en öncelikli ele alınması gereken alanlardan birisi şüphesiz güvenlik meselesi. Ülkemiz uzun süredir hem içeriden hem de dışarıdan çeşitli saldırılar altında.
Üç farklı terör örgütü ile aynı anda boğuşuyoruz. Dışarıda Avrupa ülkeleri başta olmak üzere birçok çevreden açık saldırılar alıyoruz. Son olarak bir resim çıktı ortaya. Almanya'daki Bavyera Devlet Operası binasına "Hayır" bayrağı çektiler. Brüksel, her türlü terör örgütünün merkezi haline geldi. PKK ve FETÖ açık bir biçimde başta Brüksel olmak üzere çeşitli Avrupa şehirlerinde örgütleniyor. Avrupalı ülkelerin açık desteğini alıyor. İran ve Rusya ise başta Suriye olmak üzere tüm bölge meselelerinde Türkiye ile çekişiyor.
Bu tür hasmane tavırları ve açık düşmanlıkları bir tarafa bıraksanız bile dünyanın içinden geçtiği süreç akla getirildiğinde Türkiye'ye yönelik güvenlik tehditlerinin de ortada olduğunu görürsünüz. Trump'ın, Suriye'deki tavrı cesaretlendirici bir hal aldı. Amerika'nın en azından artık Obama dönemindeki kadar Türkiye aleyhine çalışmayacağı ortada. Fakat Amerika özellikle Kuzey Kore gibi uzak alanlara açılacak olursa Suriye'de pozisyon alması gecikebilir. Bu da Türkiye için rahatsız edici bir sürecin doğmasına neden olabilir. Türkiye'nin güvenlik kurumlarının ve politikalarının bu yeni şartlara uygun bir biçimde kurgulanması şart.
Bu tehditlere başarılı stratejik cevaplar üretebilmek için öncelikle Türkiye'nin kendisine yeni bir ulusal güvenlik stratejisi üretmesi gerekecek. Kurumlar, ancak bu stratejiye uygun biçimde şekillenebilirse başarılı olur. 2023 hedefleri ve 2071 hedefleri gibi stratejik hedeflerin daha somutlaşması ve bu hedeflere ulaşmada kullanılacak araç ve yöntemlerin belirlenmesi gerekecek.
Sonrasında bazı hassas konular masaya yatırılacak. Mesela MİT nasıl yapılandırılacak? İç istihbarat dış istihbarat şeklinde mi kurgulanacak?
Cumhurbaşkanlığı'na mı yoksa bir sekreterliğe mi bağlanacak? Daha önemlisi Türk Silahlı Kuvvetleri nasıl yapılandırılacak? Genelkurmay Başkanlığı nereye bağlanacak?
Bakanlığa mı? Cumhurbaşkanlığı'na mı?
Etkin mi olacak? Danışman statüsünde mi kalacak? Kuvvet yapılanması nasıl olacak? Kara, hava ve deniz kuvvetleri etkin mi olacak? Yoksa bunlar sadece ana yapılar şeklinde kalacak ve Amerikan ordusunda olduğu gibi bölgesel müşterek ordular mı kurulacak?
Ordu kitlesel bir güç olarak mı kalacak yoksa yurtdışı operasyon yapabilecek kuvvetler halinde mi örgütlenecek? Yeni tür hibrit savaş modellemeleri mi tercih edilecek yoksa klasik yapı mı muhafaza edilecek? Milli Güvenlik Kurulu'nun pozisyonu nasıl kurgulanacak?
Toplamda tüm güvenlik kurumları arasındaki ilişki nasıl kurgulanacak?
Bu ve benzeri tonlarca soru önümüzde duruyor. Artık yavaş yavaş gündemimize girecek ve yeni devleti inşa ederken hepsine cevap bulmak gerekecek.
Her ne olursa olsun bu güvenlik birimlerini yeni dönemde güçlü ve dengeli bir biçimde kurgulamak gerekecektir.
Dışarıda ve içeride düşmana karşı sağlam durabilmeli fakat siyasete rakip olamayacak hale getirilmeli. Hem merkezileştirme ve koordinasyon hem de denge mekanizmaları aynı anda devreye sokulmalı.
[Takvim 17 Nisan 2017].