16 Nisan referandumu sonrası Türkiye’nin “ulusal güvenlik mimarisindeki yeni yönelimi ve bu mimariyi yeniden inşası” gerek ulusal gerekse bölgesel güvenliğin kritik önemi haiz sabitesi olarak karşımıza çıkacaktır. Bu sebepten ötürü Türkiye’nin kapsamlı, uzun vadeli, reel ortam ve şartlara adapte edilebilir nitelik ve özgünlükte bir ulusal güvenlik stratejisi geliştirmeye ihtiyacı vardır. Mevzubahis stratejinin geliştirilmesi doğrultusunda Türkiye, her şeyin başında ekseriyetle mevcut bölgesel güvensizliklerden kaynaklanan tehditleri caydırabilecek ne tür imkan ve yeteneklere haiz olması gerektiğini doğru bir şekilde tayin etmelidir.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin ulusal savunma ve güvenlik stratejisi “atik”, “ağ merkezli”, “nakledilebilen” kuvvetlerin varlığını gerekli kılmaktadır. Bu kuvvetler tespit edilen fiziksel hatların ötesine operasyon yapabilme, muhtemel güç boşluğunun bulunduğu bölgeleri –askeri gücünü hızlı ve esnek bir biçimde uygulamak suretiyle– takviye edebilme ve bilhassa devlet dışı silahlı aktörleri ve terör gruplarını kararlı ve hızlı şekilde yenilgiye uğratabilecek şekilde Türkiye’nin savunma ruhunu hücuma dayalı bir öz yapı üzerine kurabilecek seviyede yeniden tasarlanmalıdır. Zira yeni dönemde böyle bir askeri güç Türkiye’nin sınırlar dahilindeki ve haricindeki çatışmaları caydırmasının yanı sıra barışçıl ve istikrarlı bir bölgesel düzenin teminatına ilişkin taahhütlerini yerine getirmesi açısından da önemlidir..