Suriye krizinde çatışmaların durması için Rusya ve Türkiye tarafından güçlü bir irade ortaya kondu. Geçtiğimiz Perşembe günü rejim ile muhalefet arasında ateşkes anlaşmasının imzalandığı duyuruldu. Rusya ve Türkiye anlaşmanın garantörleri konumunda. Rusya, rejim ve başta İran olmak üzere rejimin yanında yer alan unsurlar üzerinde baskı kurarken, Türkiye de muhalifler üzerindeki etkinliğini kullanarak çözüm masasını oluşturmaya çalıştı. Suriye’nin genelinde çatışmaların durdurulması için yoğun uğraş verdiler. Bununla birlikte Ocak ayının ortalarında Kazakistan’ın başkenti Astana’da yapılması planlanan müzakerelere hangi devletlerin katılacağı henüz netleşmedi. Ancak Türkiye’nin PYD gibi terör gruplarının masada olmaması konusundaki tavrı oldukça açık. Suriye’nin geleceğinin konuşulacağı bir zirvede PYD’nin aktör olarak yer almasını istememektedir. Bu aynı zamanda Türkiye’nin Suriye’nin geleceğine yönelik tasavvurunu da ortaya koyan ve önümüzdeki süreçteki hamlelerini belirleyen bir pozisyon olarak karşımızda durmaktadır.
Fırat Kalkanı Harekâtı çerçevesinde TSK ve ÖSO gruplarının El-Bab bölgesine yönelik mücadelesi hâlihazırda devam etmektedir. DEAŞ stratejik konumu itibariyle bu bölgeyi kendisine direnç merkezi olarak belirlemiş durumda, burayı kaybetmemek adına olabildiğince savunmaya çalışmaktadır. Öte yandan DEAŞ ile mücadele kapsamında oluşturulan koalisyon operasyona destek vermiyor. Türkiye kendi imkânları çerçevesinde mücadeleye devam ediyor. Bu koalisyon, başta ABD olmak üzere toplam 68 ortaktan müteşekkil. Ancak sahada bunların esamesi dahi okunmuyor. Dolayısıyla terörle mücadele bağlamında uluslararası güçlerin çok kötü bir sınav verdiği bir dönemden geçmekteyiz. Uluslararası sistemin ciddi bir dönüşümün içerisinde olduğu ve bu dönüşümün temel parametrelerinin henüz netleşmediği bir süreç aslında yaşadıklarımız. Bu sebeple belirsizliklerin fazla olduğu bir ortamda risk ve problemler ile mücadele etmek son derece çetrefilli bir karar sürecini de beraberinde getirmektedir.
SİNİK VE RİYAKAR TUTUMLAR
Türkiye askeri anlamda Suriye krizine müdahil olduğu andan itibaren yeni yüzleşmeler ile karşı karşıya kaldı. Sahada olmanın getirdiği yük bir yana çatışma ortamında karşılaşılan engeller ve zorluklar bu yükü daha da artırdı. Türkiye güvenlik bağlamında biri sinik diğeri riyakar olmak üzere iki çeşit tutum ile karşılaştı. DEAŞ’ın bölgeden atılması ve artık etkin olamayacak şekilde bertaraf edilmesi tüm aktörlerin dilinde dolandı. Ancak bu hedefin fiiliyatta gerçekleşmesi için yeterli katkı sunanların sayısı bir elin parmakları kadar etmez.
Beklenir ki, DEAŞ ile çok sıcak bir çatışma içerisinde olan Türkiye’ye her türlü destek sağlansın ve bu tehdit ortadan kaldırılsın. Zira terörün bitirilmesi sadece bölgesel değil küresel güvenlik için olmazsa olmaz şarttır. Ancak özellikle Kıta Avrupası sinik bir pozisyonu merkeze alarak terör karşısında maliyetsiz bir konforun peşinde. Yoksa ucu kendilerine dokunan mülteciler konusunda nasıl canhıraş bir şekilde tedbirler aldıkları ortada. Diğer başlıklarla mukayese edildiğinde Türkiye’ye bu konuda ne kadar yumuşak bir tavır sergiledikleri gözler önündedir. El-Bab ile ilgili Türkiye’ye destek bağlamında neredeyse kayda değer tek bir açıklamanın dahi olmaması manidar. İbretlik bir perspektife sahip olan Avrupa için Suriye’de ne olup bittiği anlaşıldığında muhtemelen çok geç olacaktır.
Türkiye’nin güvenlik politikaları açısından karşılaştığı diğer bir şaşırtıcı tutum ise ABD tarafından sergilenmektedir. ABD, terörle mücadelede, gerektiğinde en çirkin ithamlarla Türkiye’yi suçlarken aynı özeni kendisi göstermemektedir. Bu açıdan PKK/PYD konusunda pozisyonel olarak riyakar bir tavra sürüklenmektedir. Gerek çeşitli silah ve ekipman yardımıyla gerekse de sahada eşgüdüm içerisinde YPG ile beraber hareket ederek bu tutumunu korumaktadır. Ancak Türkiye’nin terörle mücadele kapsamında zarar göreceği yönündeki itirazlarını ve iddialarını ise geçiştirmeye çalışmaktadır. NATO içerisinde terör ve diğer güvenlik sorunları karşısında Türkiye haricinde bu kadar yalnız bırakılan bir başka ülke olmamıştır herhalde.
ABD’nin El-Bab operasyonunda Türkiye’yi yalnız bıraktığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Türkiye operasyonla birlikte Suriye’nin kuzeyinde adım adım ilerledikçe ABD’nin operasyona yönelik engellemeleri de fazlalaşmaya başladı. Bu engellemelerin doğrudan veya dolaylı yoldan yapıldığı tüm tarafların malumudur. Türkiye’nin Rusya ile son dönemde beraber hareket ediyor olması, PYD’nin kazanımlarını doğrudan güvenlik tehdidi olarak hedefe koyması ve elbette ki terör konusunda uyuşmayan perspektifler ikili ilişkilerdeki temel gerilim alanlarıdır. ABD’nin Soğuk Savaş parametreleriyle Türkiye’nin güvenlik önceliklerini ikincil bir ihtiyaç olarak değerlendirmesi problem oluşturmaktadır. Dolayısıyla buradan ABD’nin çatışma ortamının meydana getirdiği istikrarsızlığın devam etmesini istediği gibi bir anlam çıkmaktadır.
GÜVENLİĞİ KONSOLİDE ETMEK
Rusya ile birlikte önce Halep’teki tahliyeler ve sonrasında Moskova bildirisi ve Astana zirvesi gibi adımları atan Türkiye’nin yine ‘eksen kayması’ suçlamalarına maruz kalması muhtemeldir. İçeride bazı kesimler tarafından yüksek sesle dillendirilen bu iddiaya Batı’dan da destek gelmesi beklenebilir. Suriye’de meydana gelen gelişmelerin Türkiye’nin güvenliğini nasıl etkilediği ve ABD ve diğer Kıta Avrupası devletlerin bu anlamda Türkiye’ye destekten ziyade yalnızlığa ittiğini yukarıda aktardık. Bu açıdan Rusya ile yakınlaşma bir eksen değişikliği değil bilakis güvenlik tahkimidir. Jeopolitik hesapların Türkiye’yi iç ve dış politikada türbülansa sokmasına seyirci kalınacağını düşünmek olası değildir. Dolayısıyla Türkiye öncelikle Fırat Kalkanı Operasyonu ile güvenlik noktasında inisiyatifi ele aldı. Daha sonrasında ise Suriye kaynaklı güvenlik tehdidini bertaraf etmek için hangi aktör kendisine kolaylık sağladıysa onunla birlikte hareket etti. Bu minvalde beklentilerine karşılık veren ülkelerle temasa geçmesinden daha doğal bir tutum olamaz.
El-Bab operasyonu sonrasında sırasıyla Membiç ve Rakka’yı hedefe koyan Türkiye, sınır ötesinde tüm terör örgütleriyle mücadeleden kaçınmayacağı mesajını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Suriye genelinde ateşkese varılması uluslararası güçlerin Türkiye’nin kapasitesini dikkate alması noktasında yol gösterici olacaktır. Her seferinde Türkiye’nin NATO üyeliğini sorgulayan yaklaşımların geçmiş 60 yıllık birikimi iyi okumaları gerekmektedir. Savaşın tüm aktörleri tüketmesini beklemek yerine kalıcı barış çabalarının ortaya konması elzemdir. Hiç şüphesiz ABD gibi bir aktörün bu sürece köstek olmak yerine iyileştirici katkılarda bulunması oldukça önemlidir. Kısa vadede işlevsel hesaplar dahilinde tercihlerde bulunması tüm çabalara zarar verecektir. Türkiye’nin yönünden rahatsızlık duymak yerine Türkiye’yi bu noktaya getiren dinamiklere ve gösterilen zafiyetlere odaklanılması gerekmektedir. Bununla birlikte Türkiye’nin güvenliği açısından operasyonun daha fazla güneye doğru genişletilmemesi gerektiğine dair içeride bir takım uyarılar mevcut. Güvenlik stratejisini metrelerle ölçen endişeli muhalefet hezeyanları olarak betimleyebiliriz bu uyarıları. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirttiği üzere Türkiye artık “kendi göbek bağını kendi kesmek durumundadır.” Bu raddeden itibaren Fırat Kalkanı artık ithal güvenlik şemsiyelerinden ziyade özgün bir savunma tasavvuru olarak karşımızda durmaktadır.
[Star Açık Görüş, 1 Ocak 2017].