AK Parti iktidarını üç ana evreye ayırabiliriz. İlk dönemde, AK Parti adeta gerilla taktikleriyle bir demokratikleşme siyaseti izledi. İkinci dönemde daha sistematik olarak siyasal sistemin demokratikleştirilmesini temel gündem olarak belirledi. İlk iki dönemde elde edilen başarı, üçüncü dönemde, göreceli olarak daha zor olan siyasal kimliklerle demokratik ve eşitlikçi bir ilişki geliştirmesini, temel hedef olarak ortaya konmasının önünü açtı.
Fakat, 2011'den sonra toplumsal ve siyasal hayatın hareketlenmesi, kamusal tartışmanın uzlaşma kültürünü ortadan kaldıracak şekilde kızışması, bu sürecin kesintiye uğramasına sebebiyet verdi. Bu dönem (akamete uğramasaydı) kaçınılmaz olarak yeni bir aidiyet formu geliştirmeyi ve Anayasa'yı da bu form üzerinden bina etmeyi gerektirecekti. Bu da Cumhuriyetin kurucu ideolojisi ile en esaslı hesaplaşmayı yapmak ve yeni Türkiye'nin temelinin atılması demek olacaktı.
Böyle bakıldığında, siyasal sistemin demokratikleştirilmesi formu, fakat Kemalist ulus devletçiliğin ideolojisi ile hesaplaşma özü teşkil ediyor. Neticede vesayet sistemi varlığını bu sistemi var eden bir ideolojiye borçluydu. Bu ideolojinin de hayat bulduğu alan cumhuriyetin kimlik politikası veya aidiyet formunda saklıydı. Sistemin anti demoktatlığı bu aidiyet formunun bir gereğiydi. Eğer yeni ve demokratik bir Türkiye kurulacaksa bu ancak yeni bir aidiyet formunun gelişimiyle mümkündür. Bu nedenle, Davutoğlu'nun genel başkanlığıyla başlayan yeni dönemde AK Parti'nin en temel hedefi Kemalist ulus-devletin kurucu ideolojisiyle yarım kalan mücadeleyi tamama erdirmek, bunu da yeni bir aidiyet formu ile taçlandırmak olmalıdır.
Aslında bu aynı zamanda son 12 yılda başlatılan bir sürecin nihayete ermesi, isimlendirilmesi; yeni Türkiye kavramının içeriklendirilmesi manasına gelecektir. Geçtiğimiz 12 yılda ulus devletin mevzubahis paradigması en fazla iki alan üzerinden sorgulandı. Birincisi, dış politika; ikincisi, kimlik gruplarına yönelik açılımlar. Her iki başlıktaki gelişmeler Kemalist ulus-devletin kurucu ideolojisine çekilmiş bir format niteliğine sahipti.
80 yıllık Kemalist ulus devlet endoktrasyonun eseri olan dünyaya ve bölgeye sırtı dönük bir toplum bugün Mısır, Gazze, Suriye gibi başlıklarda bir iç politika hadisesi kadar mobilize olabiliyorsa, bu Kemalist ulus-devletin topluma enjekte etmeye çalıştığı aidiyet formunun ciddi manada tahrip olduğunu ortaya koymaktadır. Dış politika hiçbir zaman sadece dışarıya ait bir politika değildir. Hele kimliksel olarak bölünmüş toplumlarda bu tespit daha da geçerlidir. Bu çerçevede, Davutoğlu dönemi, Türkiye dış politikasının İslam dünyası ile kurduğu ilişki, yeni bir kimlik inşasının, aidiyet formu gelişiminin unsurlarından biriydi.
AK Parti iktidarının kimlik gruplarına yönelik izlediği siyaset Kemalist aidiyet formu ile kurucu ideolojiye getirilen ikinci meydan okumayı teşkil ediyor. Kemalist kurgunun güvenlikleştirdiği dindarların devletle barıştırılması, Kürtlerin tarihsel mağduriyetlerinin çözüm yoluna sokulması, Gayr-i Müslimlerin taleplerinin karşılanmaya başlaması bu ideoloji ile hesaplaşmayı ifade etmektedir. Yarım kalan bu mücadelenin tamama erdirilmesi Kemalist aidiyet formunun yeni bir aidiyet formuyla ikame edilmesi için elzemdir.
Fakat yeni Türkiye'nin geliştireceği yeni aidiyet formunun Kemalist ulusçuluk gibi dışlayıcı olup olmayacağı onun muhayyel "ötekileriyle" kuracağı ilişkide ortaya çıkacaktır. Alevilere yaklaşım ve hayat tarzı kavgasının kimliksel mücadelesinin merkezine yerleştiren seküler kesim ile ilişkiler bu konuda önem kazanmaktadır. Nasıl ki eski aidiyet formunun dışlayıcı olm